Akademik bir sorunsal değil de edebi bir malzeme olarak Lazcaya
yaklaşan ilk kişi, Nikolay Marr’ın rivayetine göre, Hopalı Faik Efendi’dir.
Fakat bu fikri ete kemiğe büründüren ve Lazca okuyup yazmayı ve Lazcayı
köylerden şehirlere indirmeyi deneyen ilk kişi İskender Chitaşi’dir. Döneminin
bazı yapıtları günümüze ulaşmasa da, bazı olaylar aydınlanamasa da İskender
Lazcaya en büyük hizmeti yapmış ve onu yazılı bir dil haline getirmiştir.
İskender’in öldürülmesi ile akamete uğrayan Lazcayı kentli kültür dili haline
getirme hamlesi ise günümüzde bile henüz başarılabilmiş değildir.
Lazcada şehirli hayatın terminolojisinin olmaması elbette
normaldir. Zira Lazca köylerde konuşulan, tarımsal ve pastoral bir dildir.
Bununla birlikte, eğer Lazca şehir hayatının terminolojisini oluşturamazsa,
geleneksel tarımın tasfiyesi ile paralel olarak Laz halkının hayatından çıkacak
gibi görünüyor, tıpkı mısır tarımının, tıpkı darı (kurumi/çxvari) tarımının
hayatımızdan çıktığı gibi.
Pekiyi Lazcanın şehirleşmesi ve bu yönlü terminolojisini
oluşturulması için kimsenin bir planı var mı? Sanırım hayır.
Çeşitli vesilelerle kendilerini deklere eden kurumlar ekseriyetle
amaçlarını “Lazcanın yazılı bir dil haline gelmesi” olarak özetlemektedirler.
Ancak bu retorik 2013’te dillendirilmesi gereken bir retorik olmaktan
çıkmıştır. Şöyle ya da böyle, Lazca 1929’dan bu yana zaten yazıl bir dildir! Bu
amaç artık aşılmıştır. Şimdi mesele, bu edebiyatı geliştirmek ve İskender’in
gerçekleştiremediği dilsel şehirleşmeyi sağlamak olmalıdır.
Doğrusu, Laz aydınlarının kendi geçmişlerinden habersizliğinden ya
da “ilk” olma sevdasından kaynaklanan bu gibi söylemler Lazca davasına hizmet
etmemektedir. Bu söylemler insanlarda, sanki “sihirli bir değnek değmişçesine
her şey 90’larda pat diye başlamış, ne yapılmışsa bu zamandan sonra yapılmış”
gibi bir izlenim oluşturmaktadır.
Bunun gibi Laz alfabesinin 1984’te icat edildiğini söylemek de
abestir. Zira Latin Laz alfabesi 1928’de oluşturulmuş ve bazı revizyonlar
geçirerek bu güne değin ulaşmıştır. Türkçe Latin sisteminin Laz alfabesi ile
yaşıt olması insanlara Laz okur-yazarlığının bir “geçmişinin” olduğu bilincini
yükseltecek önemli bir argümanken, bu argümanı neden kullanmıyoruz?
Laz aydınlarının bu gibi stratejik hatalarını; aslında bu konu
üzerine ne kadar az düşünüldüğüne, bu çalışmaların strateji geliştirilerek
değil de el yordamıyla ve sadece aksiyonel ve bireysel yaklaşımlarla, “gelen
peşimden gelsin” mantığıyla yapıldığına bir delil olarak görüyorum.
Son olarak şunu tekrar belirtmek isterim; Lazca İskender Chitaşi
sekreterliğindeki “Yeni Laz Alfabesi Birimi”nin 1928’deki toplantısı ile Latin
temelli Laz alfabesini ilan ettiği günden beri Latin harfleriyle yazılagelen
bir dildir. 85 yıllık geçmişi olan Laz Latini (Alboni), modern Türk alfabesi
ile yaşıttır. Bunun gibi, Lazca, ilk gazetenin yayınlandığı 1929 Kasım’ından bu
yana, 84 yıldır “yazılı bir dildir”, “edebi bir dildir”. Laz aydınlarının şimdi
önlerine koyacakları amaç eskinin kazanımlarını yenilemek değil, Lazcaya yeni
hayat alanları oluşturmak olmalıdır. Bu da Lazcanın edebi kabiliyetlerini
geliştirmek ve şehirli kültürün dili haline getirmekle mümkündür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder