Almanya’dayken eski dışişleri bakanımız Sayın Yaşar
Yakış üzerinden güzel bir haber aldım. Yaşar Bey’le geçen kış Ağani Murutsxi
için Lazca bir röportaj yapmıştık. Röportaj esnasında Yaşar Bey’e Rize ve
Artvin üniversitelerinde “Laz Dili ve Edebiyatı” bölümü açılması için
girişimlerimizden bahsetmiştim. Yaşar Bey, Düzce Üniversitesi’ne de başvurup
vurmadığımızı sordu ve kendisinin Rektör hanımı yakinen tanıdığını ve bu konuda
kendisiyle görüşeceğini söyledi.
Yaşar Bey, Rektör hanımla görüşmüş olmalı ki,
Rektör Prof. Dr. Funda Sivrikaya Şerifoğlu, geçen hafta Lazca bölüm açılması
için çalışmalara hız vermek istediklerini, bunun için Lazca üzerine doktora
yapmış üç kişiye ihtiyaç d
uyduklarını yazmış ve bu üç Doktoru nereden
bulunabileceğini sormuştu. Yaşar Bey de Funda hanımın sorusunu bana
yönlendirdi.
Bu gelişmeler üzerine ben de Rektör hanımın
davetiyle 19 Aralık Cuma günü sabah erkenden Düzce’ye doğru yola koyuldum.
Düzce’ye varıp biraz şehir merkezinde
oyalandıktan sonra 2 olan randevu saatime yetişmek üzere Üniversite’ye giden
belediye otobüsüne bindim. Düzce Üniversitesi şehrin oldukça dışında. Düzce’nin
kuzeyinde Konuralp Beldesinde, geniş bir sahaya kurulmuş üniversite. Konuralp
beldesi Suncuk, Sancakdere, Osmança, Kabalak, Düzköy, Boğaziçi gibi Çxala göçmeni
93 muhaciri Laz köylerinden oluşuyor.
Saat tam 2’de Üniversite’deydim. Biraz sonra
Rektörlük binasında Rektör Hanım beni kabul etti. Yol boyunca Lazca üzerine
doktora yapmış üç kişinin kimler olabileceği, bir tolerans yapılıp
yapılamayacağı gibi şeyler düşündüm. Bir taraftan da Gürcü milliyetçilerin
Lazlar ve Lazca üzerine iddialarından bahsedip etmemem konusunda karar vermeye
çalışmıştım. Belki yakışıksız olacaktı, ama bölüm açmak isteniyorsa bu konuda
malumatlarının olması icap etmez miydi?
Rektör hanımla oturup kahveler söylenir
söylenmez, mevzua girdik. Rektör hanım bu bölümün açılmasını birkaç yıldır
düşündüklerini fakat bir türlü gerçekleştiremediklerini söylediler. Üniversite
olarak geçen senelerde Çerkez (Adige) Dili ve Edebiyatı bölümü ile Gürcü Dili
ve Edebiyatı bölümlerini açtıklarını, bu bölümlerde öğrenci aldıklarını
belirttiler. Bu bölümler iyi gidiyormuş. Öğretmenler Çerkez Derneklerinin
yardımıyla sanırım Rusya’dan getirtilmişti. Aynı şekilde Gürcüce dersler için
öğretmenler de Tiflis’ten getirtilmişti.
Tiflis’te bağlantılı oldukları kurum საქართველოს საპატრიარქოს წმიდა ანდრია პირველწოდებულის სახელობის ქართული უნივერსიტეტი yani “Gürcistan Patrikliği Aziz Havari Andrea
Adına Gürcü Üniversitesi” imiş. Adından anlaşılacağı üzere bu Üniversite Gürcü Patrikliğine
bağlıydı.
Bu sırada Türkiyeli bir Gürcü olan Nigar
Demircan-Çakır hanım da katıldı toplantımıza. Nigar hanım ve Fen-Edebiyat
Fakültesi dekanı Prof. Dr. İlhan Genç’in de katıldığı bir delegasyon, birkaç
gün önce 17 Aralık’ta Tiflis’te iki üniversite arasında işbirliği konulu bir
toplantı yapmışlar ve rektör hanımın aktardığına göre bu toplantıda açılması
planlanan Lazca bölüm de gündeme gelmiş.
Sanırım ilgili arkadaşlarımız, Tariel Putkaradze
ve Mikheil Labadze adlarını duymuşlardır evvelden.
Rektör Hanım, toplantı esnasında kendisinin
oldukça yabancıladığı diyalogu bana şöyle aktardı. Gürcü milliyetçisi, yukarıda
adlarını andığımız kişiler, şöyle demişler:
“Bizler gerek Gürcüce dersler için öğretmen
bulmada, gerek Gürcistan’da Türkoloji bölümleri kurulmasında, her türlü
kolaylığı yapıyoruz. Ama sizden küçük bir ricamız var. Duyduk ki Laz Dili ve
Edebiyatı adı altında bir bölüm açmayı planlıyormuşsunuz. Bu bölümü açmayın. Ya
da açacaksanız bile bizi bypass etmeyin, Lazcayı Gürcü Dili ve Edebiyatı bölümü
altında açın. Biz Lazcayı bir dil olarak kabul etmiyoruz, Lazca Gürcü dilinin
bir diyalektidir. Tiflis’te bir üniversite Türkçenin bir şivesini dilmiş gibi
kabul edip bölüm açılması hoş olur muydu? Bizim için de Lazca bölüm açılması
hoş olmaz.”
Rektör hanım, samimiyetle bana, konuya vakıf
olmadığını ve hakikaten Lazcanın Gürcü diline bağlı bir şive mi yoksa başlı başına
bir dil mi olduğunu sordu. Zira kendileri Lazcayı müstakil bir dil olarak
biliyorlardı ve Gürcülerin bu iddialarını garipsemişlerdi.
Ben Kartvelistlerin yani Gürcü
milliyetçilerinin bu cüretleri karşısında büyük bir hayret, şaşkınlık ve
kızgınlık hissiyle rektörü hanımı dinledim, bir taraftan da gelirken girip
girmemek konusunda dilemmaya düştüğüm mevzunun aslında ne kadar önemli olduğunu
ve her ortamda bu bilgilendirmenin yapılması gerektiğini bir kez daha idrak
ettim.
Evet, Gürcü milliyetçiler, Kartvelistler
durmuyorlar ve ellerine geçen her fırsatta kendi çıkarları doğrultusunda Lazların
kültürel, dilsel ve politik kazanımlarını baltalamaya çalışıyorlardı.
Bununla birlikte biz Lazlar ne yapıyorduk? Ne
kadar ciddiye alıyorduk bu mevzuu? Geçen senelerdeki Gürcü milliyetçiliğine
karşı yayınladığımız Laz aydınları deklarasyonu tecrübesinde bazı kişilerin
sudan sebeplerle yanımızda durmadıklarını hatırlıyorum. Bazı Lazlar ve güya demokrat
Türkiyeli Gürcüler de bizi Gürcü politikasını yanlış anlamakla, Gürcü
düşmanlığı yapmakla itham etmişlerdi.
Bizim Gürcülerle değil, Gürcü milliyetçileriyle
çatıştığımızı, Kilise’nin başını çektiği bu grupların iddialarının yalan ve
yanlış olduğunu anlatmaya çalıştık ama anlamak istemediler…
Derin bir nefes alarak Rektör Hanım’ı yabancı
olduğu ve muhtemelen ilk kez duyacağı bu mevzuda, en baştan başlamak üzere
elimden geldiğince bilgilendirmeye çalıştım. I. Dünya Savaşı döneminde
Gürcistan’ın toprak talebi, Sovyetler döneminde Simon Canaşia ve Nikoloz Berdzenişvili’nin
açık mektubundan, 2002’den sonra Kilise’nin faaliyetlerinden bahsettim.
Tanınmış Gürcü dilbilimcilerin Lazcayı ve Megrelceyi ayrı birer dil olarak
kabul ettiklerini, bu isimlerin arasında Gürcistan Dil Enstitüsüne adını veren
Arnold Çikobava’nın da olduğunu belirttim. Bundan başka Nikolay Marr, Guram Kartozia,
İoseb Qipşidze gibi Gürcistanlı bilim adamları ile George Dumézil gibi Avrupalıların
da aynı fikirde olduklarını söyledim. Bu görüşe bazı milliyetçi Gürcülerden
başka aklı başında hiç kimsenin katılmadığını ifade ettim.
Ayrıca, Türkiye’de açılacak bir bölüm için
Gürcistan’ın müdahil olmasının anlamsızlığını belirterek, Lazların nüfusunun %99’una
yakınının köken olarak Türkiyeli olduğunu, Gürcistan’da sadece yarım bir köy
olan Sarp köyünde birkaç bin (Gürcistan’a bağlı Sarp köyünün 2012 tarihli sayıma
göre nüfusu 1120 kişidir) Lazın yaşadığını anlattım. Türkiye’nin bir Laz
politikasının olmamasından kaynaklı bu boşluğu Gürcistan’ın doldurmaya
çalıştığını izah ettim. Lazlar Türkiye parlamentosuna milletvekili
gönderiyorlar, Türkiye’ye vergi veriyorlar ve Türkiye bürokrasisinde yer
alıyorlar, ama Türkiye’nin resmi bir Laz politikasının olmadığını söyledim. Kartvelistlerin
bu yaptığı açık bir küstahlıktı ve Lazlar üzerine hak talep etmek anlamına
gelirdi.
Rektör hanıma Lazların Gürcü milliyetçilerinin
bu tavrından büyük rahatsızlık duyduklarını, Lazların Gürcülüğü asla kabul
etmediklerini, Lazların geleneksel hafızalarında böyle bir bilginin olmadığını,
bu iddiaların Gürcistan’ın uluslaşma sürecinde oluşturulmuş suni bir
ideolojinin ürünü olduğunu, Gürcü milliyetçilerinin Lazları Megrel Megrelleri
Gürcü olarak eşitlediklerini, dolayısıyla Lazları da Gürcü olarak kabul ederek,
buna bağlı olarak Lazistan (Lazeti) olarak kabul ettikleri Trabzon’a kadar olan
bölgeyi de Gürcistan’ın tarihi bir parçası olarak gördüklerini, kendilerince
bir “Megalo İdea” yarattıklarını dilimin döndüğünce anlattım.
Gürcü hocalarla oluşturulacak bir Laz Dili ve
Edebiyatı bölümünün Gürcistan’ın söz konusu ideolojisinin Türkiyeli Lazlara ithali
ve yayılması için bir üs gibi kullanılabileceğini ve buna kesinlikle karşı
çıkılması gerektiğini de ekledim.
Rektör Hanım olayı bu boyutuyla daha önce
dinlemediğini, Türkiye Cumhuriyeti’nin bu konu hakkındaki resmi politikasının
olup olmadığını ve varsa ne olduğunu sormak üzere Dışişleri Bakanlığına bir
mektup yazacağını söyledi. Ben de kendilerine Lazların konu hakkındaki
yaklaşımlarını içeren kısa bir rapor yazabileceğimi ifade ederek rektörlükten
ayrıldım.
Rektörlükten ayrılırken Rektör Hanım ilgili dekanlık
olan Fen-Edebiyat Fakültesinin dekanı Prof. Dr. İlhan Genç ile de
görüşebileceğimi, Gürcüce dersinin hocaları Maka Salia ve Nana Kaçarava’nın da
rektörlük binasında bulunduğunu söyledi.
Nana Kaçarava’yı Gürcistan’dan tanıyordum, Maka
Salia’yı ise hazırlamış olduğu “Lazca ve Megrelce Balıkçılık Terimleri Sözlüğü”
adlı çalışmasından biliyordum.
Rektörlük binasında sayın İlhan Bey çok nazik
karşıladı beni. Maka Hanım oradaydı zaten, ardından Nana Hanım da geldi. Rektör
hanım aslen Megrel olan Maka Hanım’ın Megrelcenin yanında Lazca da bildiğini
söylemişti. Kendisi de benimle bir miktar Megrelce konuştu. Ama Lazca bilmediği
anlaşılıyordu.
Bu da bir politikaydı. Yukarıda değindiğim
gibi, Kartvelistler Lazca ile Megrelcenin aynı olduğunu, Lazca bilenin de
normal olarak Megrelce ve Megrelce bilenin de normal olarak Lazca bildiğini
söylüyorlardı. Megrelleri ve Lazları birbirinden ayırmıyor, böylelikle
Megrelleri de işin içine katarak Gürcistan’da Gürcü olduğunu kabul eden büyük
bir Laz nüfusunun varlığını ileri sürerek, Türkiye’deki aynı fikirde olmayan
Lazları bu cahilliklerinden ötürü hoş görüyorlardı. Dahası, konu hakkında
bilgisi olmayanları, mesela üniversite yönetimini de manipüle edebiliyorlardı.
Bu yaklaşımlarına şiddetle karşı çıktım ve
dekan beye de Gürcüce hocalarının da bulunduğu dekanlık odasında Kartvelistlerin
tezlerini izah ettim.
Gürcü hocaları bir yandan “kardeşlik, aynı
kandan olma, dostluk” gibi dostane söylemlere devam ederken, öte yandan
kendilerinin Lazca bölüm açılmasına karşı olmadıklarını, bundan sevinç
duyacaklarını belirtiyorlardı. Ama bir iki saniye sonra da ekliyorlardı:
“Edebiyat dersini nasıl vereceksiniz ki, Lazcanın bir edebiyatı yok!”
Bütün gün tartıştıktan sonra, akşam otobüsüyle
İstanbul’a döndüm. Yurt içinde ve dışında her fırsatta Lazcaya, Lazlara
saldıran, bizim kazanımlarımızı engellemeye çalışan Kartvelistler her yerde
karşımıza çıkıyorlardı. Bütün propaganda imkanlarını deniyorlar, devlet olmanın
açtığı bütün kapıları zorluyorlar ve Lazları Gürcü, Lazcayı da Gürcüce olarak
kabul ettirmek için ellerinden geleni yapıyorlardı.
Ne için görüşmeye gittim, neyle uğraştım
diyerek gece İstanbul’a vardım.
Şimdi açıkça şunu söylemek istiyorum. Ey Türkiyeli Lazlar, Megrel,
Gürcü ya da Laz, Gürcistan’dan kim olursa olsun, herkesle olan ilişkilerinizde
bu durumu göz önünde bulundurunuz. Sizin sandığınız gibi, kardeşlik sözlerinin
arkasında bu niyet yatıyor olabilir. Lazlığa sahip çıkın, dilinizi, kimliğinizi
inkar edenlere, size yeni bir gömlek biçenlere tepkinizi gösterin. Kişisel
ilişkiler başka, ama size ideoloji ithal etmelerine fırsat vermeyin!
Skidas Lazuri nena!
İrfan Ç. Aleksishi