Rize tarihi üzerine
yazılmış kitapların hemen hemen hepsinde ağır bir milliyetçilik hatta ırkçılık
su yüzündeki çamur tabakası gibi gezinip durur kitap sayfalarında. Bu tür
kitapların genel psikolojisinde, hep "bir şeyi ispatlamak", hep "birilerine,
bir şeylere yamanmak ve yaranmak" vardır. Bir şeyi olduğu gibi değil de
"olması gerektiği gibi" gösterme kaygısı taşırlar. Buların
"inanmış" yazarlarına çok üzülürüm gerçekten. Bunca akıldışı iddiayı,
dezenformasyon ve yalanı, çarpıtmayı hangi mesuliyet ve mecburiyet hissiyle
yapıyorlarsa, bir az olsun yüzleri kızarmaz, pişkin pişkin, ve matematiksel bir
gerçeği anlatıyormuş gibi, saçmalayıp dururlar. Bu tiplere dediklerinin aksini
inandırmak ne mümkün!
Bunlar Doğu Karadeniz'deki
Lazları, Gürcüleri, Hemşinlileri bazen reddederler: Derler ki, "bunlar
sonradan dil öğrenmiş Türklerdir!" Bazen de "bunlar içerisinde çok az
da olsa Türk olmayanlar vardır, ama tedavilerimiz devam ediyor…"
Başlarlar tarih yazmaya.
Kelimeler üzerinde oynarlar, falancanın filan yerdeki bilmem kaç sayılı meçhul arşivinden
vesikalar bulurlar. Hak yolunda her şey mubahtır bunlar için, yalan, aldatmaca,
çarpıtma…
Sarp sınır kapısını geçer
geçmez aynı tipleri bu sefer Doğu Karadeniz'deki Lazların, Hemşinlilerin,
Çepnilerin, Türklerin kadim Gürcüler olduklarını savunurlarken buluruz. Aynı
"inanmışlıkla", ağızları köpürerek, heyecanla…
Hasılı kelam, sayıları az
olan halkların "kendi" olmaya hakkı yoktur, illa birilerine
bağlanmaları, bir yerlerden "gelmeleri" gerekir.
Neden böyle kızdığımı merak
ediyorsunuzdur, anlatayım. Evvelki gün, yakın dönem bölge tarihi ile ilgili
yayımlanmış kitapları incelemek için İSAM'a gittim. Buranın oldukça geniş bir
kütüphanesi vardır. Yöreyle ilgili kitapları incelerken Orhan Naci Ak adında birisinin,
Rize'nin Yönetim Tarihi adlı bir çalışmasına rastladım. Burada 1530 tarihli
Tahrir defterinin (Osmanlılarda vergi mükelleflerinin kaydının tutulduğu
defterdir) günümüz harfleriyle bir çevirisi bunuyordu. Bu çeviride Rize, Atina
(şimdiki Pazar), Hemşin ve Arhavi ile ilgili kısımlar, buradaki vergi
mükellefleri ve ne kadar vergi ödedikleri yazıyordu. Defterde mükelleflerin
dini, bekar ya da dul olduğu, vergiden muaf olup olmadığı bilgisine de yer verilir.
1530'larda nüfusun dinlere
göre dağılımlarını bulabildiğimiz bu çalışmada Müslüman nüfus çok azdır,
insanlar henüz Hıristiyan'dırlar ve Müslümanlaşmaları 1600'lere doğru
tamamlanır.
Kitapta geçen bir tabir
hakkında Naci Ak bir not düşmüştür kitabın 88. sayfasında. Ak'a göre tahrirde
yer alan مسلم قدیم terkibi "müsellem-i kadim"
(eski müsellem) olarak da okunabileceği gibi, "müslim-i kadim" (eski
Müslüman[1])
şeklinde de okunabilirmiş. Müsellem (çoğulu: müsellemân) terimi hakkında
bilgiyi de Mehmet Bilgin'den öğrenelim hemen:
"Trabzon valilerinin
yerel kuvvetlerle bölgeye yağma ve korsanlık hareketlerinden korumak için
yapmış oldukları bu seferlerde bölgedeki tımarlı sipahi ve kale muhafızlarının
yanı sıra katılan Hıristiyan köylüler defterlerde "cemaat-ı müsellem"
olarak kayıtlı ve bazı vergilerden muaftılar. Defterlerdeki "müsellem-i
kadim" (Eski müsellem), "müsellem-i cedid" (yeni müsellem) gibi
kayıtlardan müsellem yazma işinin bir kaç defa olduğunu söyleyebiliriz. (Mehmet Bilgin, Lazların Tarihi Bu Mu?)"
Naci
Ak, bu iki okunuştan çoğu zaman her ikisini yan yana yazarak kullanmayı yeğlemiştir.
"Önemli bir açıklama" başlığıyla verilen 89.sayfadaki notta,
"Yeni Türk harflerine çevirmeye çalıştığımız 389 numaralı Tapu Tahrir
Defterinin yekün kısımlarında geçen Müslüman tartışma doğuran bir
kelimedir. Yukarıda karyeler düzeyinde ifade edilen Müslüman-ı nev[2],
müsellem, müsellem-ikadim, Müslüman gibi tabirlerin ifade
ettiği kimseler, yekün bölümünde Müslüman olarak ifade edilmiştir. Eski
harflerle مسلمان Müslüman olarak yazılan kelime müselleman
olarak da okunabilir. O zaman bu terim müsellemin çoğulu olarak
kullanılmış olur ki bu da vergiden muaf kişiler anlamına gelir. O taktirde bu
tabir hem Müslümanları hem de vergiden muaf tutulan gayr-ı Müslimleri
kapsar." demektedir. Notun devamında Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğünün
kelimeyi Müslüman şeklinde okumayı yeğlediğini, bu sebeple kendisinin de
Müslüman okunuşunu yeğlediğini ifade eder.
Naci Ak'ın çalışmasının
111. sayfasında Hemşin Kazasının Coco (şimdiki adı Levent) adlı köyünün
"Müslim veya müsellem hane" maddesine şöyle bir dipnot düşmüştür:
"Devlet Arşivleri
Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşiv Daire Başkanlığı, 387 numaralı Muhasebe-i
Vilayet-i Karaman ve Rum Defterlerinin ilçe ilçe toplu sonuçlarını veren bir
kitap yayınlamıştır. 1997 yılında yayınlanan bu kitabın Hemşin Kazası bölümünde
buradaki kelimenin müsellem okunması gerektiğini belirten bir not
düşülmüştür. Buradaki açıklamada 'Defterdeki Hane-i kebr ile yan yana geçmesi
dolayısıyla ilk bakışta hane-i Müslüman olarak algılanabilecek olan bu terim TD
288 ve TD 442 numaralı tahrir defterlerinden Hemşin, Kara Hemşin ve Eksanos
nahiyelerindeki yerleşim birimleri tetkik edilince bu yerleşim birimlerinde hiç
Müslüman haneye rastlanmaması dolayısıyla bu ibareyi hane-i müselleman okumak
daha doğru olur' denilmektedir."
Sonuç olarak Tahrir
defterlerinde geçen müsellem ve müselleman ibareleri ile müslim ve müsliman
ibareleri aynı imla ile yazıldıklarından okumada bazı tutarsızlıklar söz
konusudur. Bu tür sorunlar ancak çapraz okumalarla, metnin bütünündeki ipuçları
ve bu tür defterlerin karşılaştırılmasıyla çözülebilir. Müsellem - müslim karışıklığı
uzmanlaşarak giderilebilir diye düşünüyorum.
Bununla birlikte, bu tür
karışıklıklardan nemalanan bazı sivri zekâlı yerel tarihçiler (?) de yok değil.
Bu zevat, bu karışıklığın iç yüzünü anlamaktansa, işlerine geldiği gibi yorumlamayı
ve gerçeği saptırmak için bunları kullanmayı yeğlediler. Bu zevatın başında Fahrettin
Kirzioğlu gelir. Şöyle diyor: "Hemşinlilerin ataları, bu 1523'teki Kanuni
Çağı ilk 'Tahrir'inde, 'Müselmân-ı Kadim' (yani, Osmanlı Fethi/1461 Öncesi
Müslümanları) diye tanıtılıyor." Milli Tarihimizde Rize Bölgesi adlı Rize'de
verdiği konferansta bu yanlış bilgi üzerine bir de hikâye kurguluyor:
"Bunlar
(Hıristiyan Hemşinliler), genelde İspir ve Erzurum’un Müslüman Türklerin eline
geçmesinden, onlarla yakın ilişkide olduklarından kolaylıkla Müslüman
olmuşlardı. Osmanlı Vergi defterleri olan Tahrir defterlerinde bunlara
'Müselman-ı Kadim' (1461 yılı fetih öncesi eski Müslümanları ) deniliyordu.
Komşuları 'Lazluk'takilere ise, Müselman-ı Cedid (Yeni Müslümanlar) denildiği,
belirtilmiştir."
Kirzioğlu'nun "inananlar"ı
bu hikâyeleri daha da detaylandırıp günümüze taşımışlar, halkın ve yazan-çizen
takımının beynini bulandırıp onları yarattıkları bilgi kirliliğinde boğmaya
çalışmışlar ve bu çalışmaları günümüzde bile devam ediyor. Rize Belediye Başkanının
geçenlerdeki son çıkışı gibi…
Tarih sorumluluk isteyen
bir bilimdir. Tarihi metinleri okuyup tetkik ederken birçok unsuru göz önünde
bulundurmak gerekir ve tabii duygularımızı, kaygı ve siyaseti, milliyetimizi
bir kenara bırakmayı…
Son olarak, Naci Ak'ı bu
dikkatinden ve açıklığından ötürü tebrik etmek isterim. Yerel tarih
araştırıcılarına örnek olacak bir iş çıkarmış. Ayrıca şimdilerde Osmanlı
arşivlerine merak sarmış gençlere de bu konuyu dikkate almalarını öneririm,
zira gördüm ki aynı hata hep tekrarlanıp durmuş. Bundan ötürü kendilerini
haksız görmüyorum, sadece sorumluluklarını tekrardan hatırlatmak istiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder