18 Ocak 2014 Cumartesi

Furtona/Fırtına Deresinin Adı ve Tarihi Üzerine

Fırtına Deresinin kıyısında büyümüş, mevsimi derenin akışına göre algılayan, sesi hala kulağımda birisiyim.

Babaannemin babası rahmetli Çanta Badi’ye (ki 110 yaşlarındaydı o sıralar) sormuştum bir kez, hatırlarım: “P̆ap̆u, Furt̆ona mu cozun?” diye. Dedem, bayağı net bir şekilde açıkladı: “Furt̆ona Furt̆ona cozun da, mu cozurt̆asert̆u!”
Ama Fırtına adı Türkçeydi ve Lazca bir adının olması gerekmez miydi?
P̆eroma derlerdi Fırtına’nın girişine, ama sadece deniz ile Dzğemi Ǯari’nin birleştiği yere kadarki kısmına bu ad verilirmiş. Yani bu da sinmiyor içimize. Buna değineceğiz aşağıda.
Ne ise, herhalde buranın Lazca adı yok deyip aramayı bıraktım, ama birçok kişiden Fırtına deresinin Lazca adının ne olduğuna dair sorular geldi bana da. Ben de aramaktan vazgeçip, “Furt̆ona da, mu cozurt̆asert̆u!” deyip dedemin yöntemini kullanmaya başladım.
Sonra, toponim çalışırken eski kaynaklara bakmak, aramak taramak icap etti. Lazistan hakkında antik coğrafyacıların, seyyahların yazılarını okuyunca dikkatimi çekti birden.
Antik coğrafyacılar Fırtına Deresini fırtına adından telaffuz olarak pek de uzak olmayan bir isimle adlandırıp kayda geçirmişlerdi.
Bunlardan bahsedeceğim şimdi.
Benim bildiğim en eskisi, Periplus of Pseudo-Scylax’denen bir kaynak, MÖ 400-330 tarihleri arasında kaleme alınmış. Burada Fırtına deresi Πορδανὶς Pordanis olarak kayda geçmiş. Pontusta Ἀραβὶς Arabis (şimdiki Arhavi) nehrine yakın bir nehirmiş.
Bundan birkaç yüzyıl sonra, bu sefer Arrianus’un 130-131 dolaylarında kaleme aldığı, Periplus Ponti Euxini aldığı eserinde Pontus’taki nehirleri ve birbirlerine göre konumlarını sayarken Prytanis adını da anmıştır:
Ἐχόμενος δὲ τοῦ Ψυχροῦ ἐστιν ὁ Ῥίζιος ποταμός, ἑκατὸν εἴκοσι στάδια διέχων ἀπὸ τοῦ Καλοῦ. Καὶ ἀπὸ τούτου τριάκοντα Ἄσκουρος ἄλλος ποταμός, καὶ Ἀδιηνός τις ἀπὸ τοῦ Ἀσκούρου ἑξήκοντα· ἐνθένδε εἰς Ἀθήνας ὀγδοήκοντα καὶ ἑκατόν. Ταῖς δὲ Ἀθήναις Ζάγατις ποταμὸς ἑπτὰ μάλιστα στάδια ἀπ' αὐτῶν διέχων πρόσκειται. Ἀπὸ δὲ τῶν Ἀθηνῶν ὁρμηθέντες τὸν Πρύτανιν παρημείψαμεν, ἵναπερ καὶ τὰ Ἀγχιάλου βασίλειά ἐστιν. Καὶ οὗτος ἀπέχει τεσσαράκοντα στάδια ἀπὸ τῶν Ἀθηνῶν. Τοῦ Πρυτάνεως δὲ ἔχεται ὁ Πυξίτης ποταμός· στάδιοι ἐνενήκοντα ἐν μέσῳ ἀμφοῖν. Καὶ ἀπὸ τοῦ Πυξίτου ἐς Ἄρχαβιν ἄλλοι ἐνενήκοντα, ἀπὸ δὲ Ἀρχάβιος εἰς Ἄψαρον ἑξήκοντα.
Rhizius[1] nehrinden sonraki, Calos[2] ile arasında 120 station vardır. Rhizius’tan 30 stadion sonra, başka bir nehir olan, Ascurus[3] ve Ascurus’tan 60 staton sonra Adienus[4] vardır. Oradan Atina'ya, 180 stadium vardır. Zagatis[5] Atina’nın komşusudur, oraya 7 stadiumdur, hoş çayırları vardır. Atina’yı bırakarak, biz Anchiale’nin sarayının olduğu Prytanis’a geçtik; Bu nehir Atina’ya 40 stadyumdur. Prytanis’ten sonra Pyksites[6] gelir; araları 90 stadyumdur. Pyksites’ten itibaren Archabis’e[7] 60 stadium daha vardır; ve Archabis’ten de  Apsarus’a[8] 90 stadium daha.
Portanis ve daha sonra Prytanis’in, Fırtına, Lazlar arasında  ve Yöre Türkçesindeki adıyla Furt̆ona/Furt̆ona ile fonolojik benzerliği ortadadır.
En eski kayıt Pordanis’in Yunanca bir anlamı yok. Ancak, Arrian’ın kaydettiği πρύτανις prytanis kelimesi Eski Yunancada “şehir konseyi başkanı, hükümdar” anlamlarına geliyor, modern Yunancada da “dekan”.
Eski kaydın, akarsuyun yerel dildeki telaffuzuna en yakın imla olduğunu, ancak prytanis şeklinin bir tür “yerelleştirme (halk etimolojisi)” olduğunu söyleyebiliriz.[9]
Yunanlılar, barbarların dilinde olan isimleri klasik Yunanca kelimelere benzeterek yeniden isimlendirmeyi severler. Karadeniz tarihinde Makron olarak bilinen halka bazen Makrokefalon “uzun kafa” denmesi gibi.
Türkçede de vardır böyle halk etimolojileri: İstanbul’a “İslambol”, gardrob’a “gar dolap” denmesi gibi.
Türkçeden bildiğimiz ve “deniz felaketi” anlamındaki fırtına kelimesi, Osmanlıcada bir denizcilik terimi olarak 1500’lerde kullanılmaya başlandı: فرطونه  / فورطنه  fortuna/furtuna “1. deniz kazası, 2. şiddetli rüzgârla denizin dalgalanıp karışması”. Kökeni pek çok denizcilik kelimesi gibi İtalyancadır: fortuna “1. kader, kısmet, baht, 2. kaza, özellikle deniz kazası” Bunun da kökeni Latincedir ve birçok Avrupa diline “kader, kısmet” anlamıyla girmiştir: İngilizce ve Fransızca fortune, Portekivce ve İspanyolca fortuna.
“Deniz kazası” anlamı bir denizcilik terimi olarak İtalyancadan alınmış, ancak “fırtına” anlamı çok sonra Osmanlıca sahsında gelişmiştir.
Yani Fırtına deresinin en eski adı olan Pordanis ve Prytanis kelimesinin Türkçe Fırtına adı ile bir ilişkisinin olması imkânsız. Fırtına ile Pordanis arasında yaklaşık 1700 yıllık bir zaman farkı var.
Muhtemeldir ki, Fırtına deresine Türklerden önce de Pordanis gibi bir isim veriliyordu, ancak Osmanlılar döneminde Pordanis adı, yukarıda bahsettiğimiz bir yerelleştirme (halk etimolojisi) sonucu Osmanlıca Furtona adıyla, Cumhuriyet döneminde de fırtına standart yazımının kabulüyle Fırtına adıyla anılır olmuştur.
Halen hepimiz bu derenin adının Türkçe Fırtına’dan geldiğini düşünüyor olmamız bu yerelleştirmenin ne kadar oturmuş olduğunu bizlere gösteriyor.
Ardeşen’de Furt̆ona kelimesi, hem bir hydronym olarak Fırtına deresini, hem de Fırtına deresinin denize kavuştuğu yer ve civarını (özellikle şimdiki sanayi sitelerinin olduğu yerleri) hem de fırtınayı (malum yağmurlu, rüzgârlı gök olayını) ifade eder.
Fırtına deresinin denize kavuştuğu yerden, yaklaşık olarak Dzğemi Ǯari ile birleştiği yere karadaki kısmına P̆eroma da denir. Bu kelime Yunancadır ki πέραμα pérama “nehir veya liman geçişlerinde kullanılan küçük kayık” demektir. Bir denizcilik terimi olarak Yunancadan başka Akdeniz dillerine de girmiş, Osmanlıcada ve onun devamı olan Türkçede pereme olarak kullanılagelmiştir. Kelimenin Yunanca kökü, περαιόω peraióō “karşıya geçirmek” fiilidir ve perama’nın “geçit” anlamı da vardır.
Henüz Fırtına köprüsü inşa edilmemişken, Fırtına deresinin bu kısmı peremelerle geçildiği için, yani burası bir çeşit geçiş yeri olarak kullanıldığı için bu adla anılmıştır. Fırtına köprüsüne eskiler halen P̆eroma Xinci (Pereme Köprüsü) derler, bu günlerin hatırası.
Doğru bildiğimiz şeylerin o kadar da doğru olmadığına güzel bir örnek bence bu Furt̆ona adı. Taaa 2400 yıllık bir isim olan Furtona, çeşitli dillerin egemenliğinde çeşitli formlara girmişse de özünü korumuş.
Bir de bu taraftan bakın, Furtona adı var iken ne Osmanlı varmış, ne Bizans, ne Muhammet varmış ne İsa…
İşte, yer adlarımızı bu yüzden korumalıyız!
Son olarak, Fırtına deresinin Lazcası nedir diye soranlara gönül rahatlığıyla Lazcadır deyin, en az Arkabi kadar, en az zuğa kadar.





[1] Şimdiki Rize.
[2] Şimdiki İyidere (Buranın eski adı Yunanca Kalo-potamo “Kalo-dere”dir. Buradaki Kalo’nun Yunanca καλός kalos “iyi” ile ses benzerliğinden başka bir alakası yoktur. Ancak bu benzerlikten ötürü Yunancada bu isim hep “iyi dere” olarak algılanmış ve hatta Türkçeye de böyle çevrilmiştir).
[3] Bu günkü Taşlıdere, ancak halk arasında halen Askaros deresi olarak bilinir.
[4] Muhtemelen bu günkü Çayeli. Buranın eski adı Mapavri’dir.
[5] Bu günkü Güzelyalı (Bulep) civarı.
[6] Şimdiki Fındıklı’da, Arılı (Pitsxala) deresi.
[7] Şimdiki Arhavi.
[8] Gürcistan’daki Gonio şehri olması muhtemeldir.
[9] Halk etimolojisi, çözümlenmesi zor yabancı gelen bilinmedik bir formdan daha bilindik yerli bir forma zaman içinde dönüşen ve etimolojik açıdan yanlış ve yakıştırma olan kelime ya da deyim. Yabancı kelimeleri ses yapıları ve anlam unsurları bakımından değişikliğe uğratarak, onları eskisinden az çok farklı yeni birer ses ve anlam yapısına sokma olayıdır.

17 Ocak 2014 Cuma

Megrel Dilbilimci Guram Kartozia ile Lazca Röportaj

Lazca bilenler için.
10 Aralık 2010'da Vefat eden Guram Kartozia ile yaptığımız röportaj. Sanırım 2009'da yapmıştık röportajı.

Guram K̆art̆oziaşk̆ala Roportaji


Guram Kartozia ile Guram'ın evinde.
Lazuri do Margaluri Nenaşi didi maçkinale Guram K̆art̆oziaşa vidit do zabuni ort̆unati çku kemç̆opes musafiri. Viditi k̆omp̆it̆uri muşis muxers do mutxape ç̆arums, içalişams. Vuk̆itxit “Zabuni rer do xolo gaçalişeni?”, Miǯves “Va viçalişik̆o himdos dovizabuner!”
Şineri Margali Guram K̆art̆oziaşk̆ala Lazuri do Megreluri nenapeşeni visinapit:

Aleksi: Guram K̆art̆ozia, muk̆u ǯaneri re, so dibadi?
Guram: Mai? Sumeç do vit̆oxut ǯaneri vore. Tbilisis dovibadi. Çkimi nana-baba Margalepe renan. Nokalakari oran. Ma hako virdi, Tbilisis.
Aleksi: Beronaşendoni Margaluri do Korturi kogiçkun himdos?
Guram: Beronaşen, ç̆ut̆a na vort̆i mʒika miçkut̆u, k̆ai va miçkut̆u, ama uk̆ule samargaloşa na meftite hek k̆ai  kodoviguri.
Aleksi: Lenguist̆ik̆a oguru do oçalişus muç̆ote gogaşinu?
Guram: Ma saşualo sk̆ola (lise) voçodinişuk̆ule universit̆es amafti; Tbilisişi Devlet̆işi Universit̆e. Pilologiuri Pakult̆et̆işa K̆avk̆asiuri Enebis Ganqopilebaşa (Kafkas Dilleri Bç̆lk̆mk̆) amafti. Margaluri do Lazuri himdos gevoç̆k̆i ogurus.
Aleksi: Lazuri nena muç̆ote gainteresu?
Guram: Leksiepe mik̆itxomt̆es p̆roposorepek. P̆roposorepert̆es Arnold Çikobava, Sergi Jğent̆i, Varlam Topuria, Ant̆on K̆iziria çkimi mamgurapalepert̆es. Him leksiepe rt̆u Lazurişi. Ma ti hekole mainteresu.
Aleksi: Dokt̆ora skanişi tema mu rt̆u?
Guram: Him vaxtis uǯomert̆es “asp̆irant̆ura”. Asp̆irant̆ura dovoçodini, asp̆irant̆uraşi tigemçanu rt̆u P̆roposori Varlam Topuria. Ma Margaluri, Lazuri, Svanuri nenapeti viguri do şilya çxovroş sumeneçdoar ǯanas mefti sarpişa, t̆ekst̆epe ok̆orobu şeni.
Aleksi: Muk̆u ǯaneri ort̆i himdos?
Guram: Eçdoşkvit.
Aleksi: Ok̆açxe, asp̆irant̆ua oçodinişuk̆ule Lazuri Nenaşeni mupe içalişi?
Guram: Ma hak, Gurcistanis na skidurt̆es iya Lazepe bz̆iri; Sarpi, uk̆ule Aç̆aras kyoepe gofti. Maartani şilya çxovroş sumeneçdoovros gamaxtu, ovro p̆aramiti “Kartuli Lit̆erat̆uris Sak̆itxebi” coxoni k̆rebulis.
Aleksi: Dokt̆orant̆i sk̆aniti oçodinişuk̆ule Lazuri nena şeni dido ginç̆arun st̆at̆iape.
Guram: Ho do başk̆a başk̆a dulyapes bikomt̆i. Bibliot̆ek̆ati viçalişomt̆i do başk̆a sk̆olasti dovoguramt̆i. Do ok̆ule Vepxist̆qaosanişi akademik̆uri t̆ekst̆i viçalişi do pxaziri. Şilya çxovroş jureneçdojur ǯanas maartani lazuri t̆ekst̆i kogamoviği. Sarpis, Aç̆aras, Apxazetis do dulyaşeni na moxtes Lazepeşi osinapupe p̆ç̆ari.
Aleksi: Ok̆açxe si Turkiyeşa idi tekst̆epe ok̆orobuşeni. Himdos muç̆ote idi?
Guram: Nek̆na goinǯk̆u, Sarpişi nek̆na. Şilyaçxoroş otxoneçdovit ǯanas do otxoneçdovit̆ojur ǯanas heko vort̆i. Otxo fara vidi, ar tutate, sum tutate dobdguti vidisis.
Aleksi: Himdos muç̆ote idi Turkiyeşa do idisi muti problemi gavuyi t̆ekst̆epe na k̆orobumt̆işi?
Guram: Ma va miğurt̆u muti problemi, mara ok̆ule, ma vidisi miǯves çkimi, mişi musafiri na vort̆i hemus uğurt̆u problemi (z̆iʒams). Hinis uğurt̆u dort̆un. Ma heko vort̆isi Hayati Aykuti Viǯeşi belediye başkani rt̆u. Ma Adans dobdgiti Atinuri, Bomponuri Mevlut Çatanişi oxoris. Bizismeni (işadamı) ort̆u. Hini dido memişveles.
Aleksi: İdisi Adanas dodguti. Lazonati gogilvapuni?
Guram: Ekole kyoimuşişi vort̆i. Atinuri Mevludişi kyoişa vidi, Bomponaşa. Bompona ren, Mamak̆ivati uǯomeran. Emuş doloxert̆u. Mamak̆ivati ren ama Atinurepe, Art̆aşenurepe Mamaç̆ivati zop̆onan.
Aleksi: Viǯeşa, Xopaşa, Arkabişa iditi?
Guram: Ok̆ule vort̆i, Hayati Aykut, haya rt̆u Belediyeşi Başk̆ani Viǯes. Başk̆ani rt̆u. Doğuru ya miǯves.  Belediye başk̆aniti çkunik̆ala na rt̆u şeni problemi var ivu golvaşi. Ma hia momçu ar araba, otomobili do “So ginon hek idi”-ya miǯu do mati vort̆i mteli kyoepes.
Aleksi: Kyoepeşa idasi, mu uǯomert̆i? “Çkimişk̆ala isinapit” uǯomert̆ii? “Tkva doxedit isinapit, ma p̆ç̆arar” uǯomert̆ii?
Guram: Var. Hoo. Vip̆aramitamt̆it, mu ikumt, mu … aya mu uǯomeran, iya mu uǯomeran do heşo. Uk̆ule ma vuǯvi “Ham dixas mu coxon?” Mutepeşi dixaşeni miǯomert̆es do başk̆apeşi var! (z̆iʒams) “Başk̆aşi mu giǯvat?”-ya. Ok̆ule tkves “Aya gorums-ya altuni”. Arteği komoxtu do “Parape kobzirat do ok̆ule ok̆ovirtat-ya”. Ho-ma, ho-ma (z̆iʒams).
Aleksi: Hişo idisi dido na gainteresu mutxape ort̆ui? Lazepe muç̆o ort̆es, muç̆o z̆iri?
Guram: Başk̆a turli. Bazi vorsi, dido axelt̆es çkimi oz̆iru. Bazik zade, dido guri muxtes do maduşmant̆es bazik. Ama dido vart̆es, ç̆ut̆a ç̆ut̆a rt̆es.
Aleksi: Muşeni gaduşmant̆es?
Guram: Va miçkun. Himuşeni ki… Haǯi va oǯk̆er, Tbilisis mu ambari ren? Şilyapeten k̆oçi juroş şilya “ǯadi, ǯadi!” (igzali igzali!) ucoxuman p̆rezident̆i na coxons Mişa, ho! Bazi ort̆as-ya, k̆ai ren-ya, vrosi ren-ya. K̆oçi mteli ar varen.
Aleksi: Tbilisişa moxtisi, na k̆orobi mteli t̆ekst̆epe kogamanç̆arii?
Guram: Ho! Majurani kitabi çkimiti do ham kitabisti kogamap̆ç̆ari t̆ekst̆epe.
Aleksi: T̆ekst̆epe skanis Helimişi Xasanişi leksepe kon. Helimişi Xasani içini dort̆ui?
Guram: Ho! Moçinapu Ǯatek. Ǯate çkimişeni Memedi ren do Memedi dosk̆udun. (z̆iʒams) Emuşi leksepe uk̆ule mç̆ari ma sarpis megaponişen, ğuruşuk̆ule. İa gamiğamt̆u resimepe od mutxa mutxa… Mteli darabape muşi naxat̆epe (resim) uğurt̆u.
Aleksi: Helimişi muç̆oşi k̆oçi rt̆u. Mu ikumt̆u si içinisis?
Guram: K̆uçxeş modvalus ç̆adumt̆u, ç̆umt̆u, remont̆i ikomt̆u. Saertosaʒxovrebelis (ç̆ğrenci yurdu) sik̆idurt̆u, ar odas. Oda muşi darabapes mteli noxat̆epe… İya Sarpulepek momçes haya ç̆areri leksepe.
Aleksi: Helimişişi mteli noç̆arepe mekçesi Sarpulepek?
Guram: Mteli hentepeti var uğurt̆es. Zurab Tandilavak dovu leksepeşi ar ǯigni (kitap).
Aleksi: Lazuri nena do margaluri nena xolos ren ya it̆ran. Si mu izmon hamuşeni? Dialek̆t̆i reni varna nena?
Guram: Haǯi, Marik zop̆ons “Zanuri Ena”, Çikobava uğut̆u st̆at̆iape -- Lazuri Ç̆anuri coxomt̆u himus – “Ç̆anuri do Megruli ar nena ren-ya do Zanuri Nenaşi dialektepie renan”-ya. Bazik “Lazuri do Margaluri Zanuri Nenape ren”-ya − Zanuri Nenape”: Margaluri do Lazuri Nena. Juriti nenaperen-ya. Kartveluri Nenapes ren Kartuli, Svanuri, Zanuri nenape: Megruli do Lazuri.
Aleksi: Si mu izmon?
Guram: Mati haşo; juriti nena ren mara dido xolos renan. Lazepeti haşo zop̆onan: Megrelepe cuma çkini, çkini cumalepe renan-ya do Kartvelepe biz̆aşvili (eksalepe)! Ar ocaxi ren, ocaxi ar ren hek Kortu, Svani, Lazi do Margali ar ocaxişi doloxis renan. Mara Margali do Lazi mtelşen xolos renan. Hemuşeni zop̆onan “Zanuri Enebi: Zanuri Nenape”
Çikobava do başkape zop̆onan: Kartuli, Zanuri do Svanuri nenape. Sum nena: Kartuli, Svanuri, Zanuri. Zanuri zop̆ons jur dialek̆t̆i. Başk̆ape, ma ti bzop̆om: Kartuli, Svanuri, Zanuri Nenape, jur nena: Megruli nena do Lazuri nena.
Aleksi: Lazuri Nena muk̆u dialek̆t̆i uğun, hamuşeni mu izmon?
Guram: Ma viduşur sum dialek̆t̆i ren. Xopur-Çxaluri ar dialek̆t̆i ren do jur subdialek̆t̆i ren, ar. Majura Viǯur-Arkaburi dialek̆t̆i do subdialektepe Viǯuri do Arkaburi. Masuma Atinur-Art̆aşenuri dialek̆t̆i do subdilektepe Atinuri do Art̆aşenuri. Ma haşo viduşur.
Aleksi: Lazuri do Margalurişen gale nam nenapeşeni içalişi?
Guram: Kartuli nenape viçalişi, Korturi, Svanuri do Zanuri. Vepxist̆qaosanişeni do Lazurişeni dido viçalişi.
Aleksi: Lazuri nenaşeni Turkiyes na gamaxtu kitabebepe si takibi gaxeneni?
Guram: Ho, haǯi ma va gomalen. Momincğonaman do dido magdobeli (mk̆teşekkir) vor himuşeni. Him didi leksik̆oni jur ǯana ǯoxle momiğes. Tkva momiğit.
Aleksi: Turkiye do hako Lazuri nenaşeni na ixeninupe, noçeleşipe, kitabepe, jurnalepe ubağuni varna mʒika reni, daha oçalişu diç̆irsi?
Guram: Mʒika, dido mʒika varen ama oçalişu opşa ren mu zop̆on! Dido oçalişu ren. Mteli kyoepe oz̆iru unon do mteli oput̆epe ogoru, t̆ekst̆epe ok̆orobuşi ren.
Aleksi: Si idisi Lazonaşa miti içalişamt̆uyi Turkiyes Lazuri nenaşeni?
Guram: Ma na vort̆i miti var! Ok̆ule bz̆iri Ogni do çkva do çkva…
Aleksi: Lazuri nena andğaneri ndğas muço gaz̆in, xalimuşi muç̆o ren?
Guram: Goiç̆k̆ondinen. Megrelepesti var uçkinan haǯi. Berepes, kyoepe koren, ama noğapes var uçkinan. Beres muşi nenate uğarğalaginon! Ma na mefti Turkiyes ma vuǯvi “Ma mofti tkvanden k̆ai Lazuri dovigura”-ma do “Sarpis k̆ai Lazuri isinapaman do tkva va giçkunan”-ma. Aǯi va miçkun isinapamani, var isinapamani hekti.
Aleksi: Si muç̆o izmon, Lazuri do Margaluri goiç̆k̆ondinaseni?
Guram: Goç̆k̆ondinapa do nenaşi oğuru var iven. Oçalişu en hakti, hekti dido içalişan do oskedinan. Berepes vuğarğalat minonan ocaxis. Margaluri do Lazuri nenate ç̆it̆a ç̆it̆a kitabepe unon gamaxtas.
Aleksi: Aǯi Lazuri nena na içalişaman mipe oran, si mok̆ǯonsi?
Guram: Renan, k̆aepe renan ama, k̆aepe mendaxtes do man ti mendevulur. Otar Kacaia koren, çkimden didi ren. Otxoneçi do didi ren himus.
Aleksi: Turkiyes na skidunan lazepe mu uǯomer soğuni.
Guram: Cumalepe çkimi, cumalepe şk̆imi! Haşoti itkven da! K̆ai rt̆at, vrosi ort̆at! Mteli nena tkvani, Lazuri nena gişkurt̆an, va gogoç̆k̆ondan, berepe tkavis lazuri uxap̆arit, uğarğalit, haşoti itkven! tkva gişkuran! Tkvani cuma Guram!

lazut-, laust-, laus- KELİMESİNİN ETİMOLOJİSİ

MISIR BİTKİSİ
ve
lazut-, laust-, laus- KELİMESİNİN ETİMOLOJİSİ

Mısırın (Zea mays L.) anavatanı Meksika’dır. Bütün Amerika’da en önemli tahıl ürünü olarak asırlarca tarımı yapılmıştır. ABD’nin New Mexico eyaletinde yapılan arkeolojik kazılarda, kayalardan oluşmuş barınaklarda ve mağaralarda bulunan mısır taneleri ve mısır koçanı parçalarının yaklaşık 5000 yıllık oldukları tespit edilmiştir. Öte yandan 1954 yılında, Meksika’nın başkenti Mexico City’de yapılan arkeolojik kazılarda ise, toprağın 50-60 metre derinliğinde, yaklaşık 7000 yıllık olduğu belirlenen mısır çiçek tozlarına rastlanmıştır. Yabani mısır bugüne kadar bulunamadığı için, mısırın orijini ve tarihine ilişkin kesin bir bilgi elde edilememiş, bu konuda çeşitli teoriler üretilmiş ve hepsi de günümüzde hâlâ tartışılmaktadır. Ancak, yapılan tüm arkeolojik kazılardan elde edilen bulgular, mısır bitkisinin 8.000 ile 10.000 yıllık bir geçmişi olduğunu göstermektedir.[1]
Mısırın Eski Dünya’ya getirilip yayılması hakkındaki temel görüş Christoph Kolumbus’un ilk mısır örneklerini 1493’te Amerika yolculuğu dönüşü İspanya’ya getirdiği şeklindedir. İspanya’ya girişinden birkaç yıl sonra ise mısır, Portekiz, Fransa ve İtalya başta olmak üzere, Güneydoğu Avrupa ve Kuzey Afrika’ya yayılmıştır.[2]
Denizci Portekizliler, 16. yüzyıl başlarında mısırı Afrika’nın kuzey kıyılarına götürmüşler, daha sonra da mısır, ticaret yolları vasıtasıyla, Hindistan ve Çin’e doğru ve buralardan da bütün Asya’ya yayılmıştır. Mısırın Anadolu’ya girişi ise, Kuzey Afrika üzerinden olmuştur. Bu bitkiye, Türkiye’de mısır adının verilmiş olması, bu bitkinin Mısır ve Suriye üzerinden girdiğinin bir göstergesi olarak kabul edilir.[3]
Mısır bitkisi, yüksek çoğalma oranı ve verim potansiyeli sayesinde çok hızlı bir şekilde bütün dünyaya kolaylıkla yayılmıştır. Girdiği pek çok bölgede, mevcut bazı bitkilerin yerini almış olan mısır örneğin, Afrika kıtasına girdikten sonra, ana bitkilerden olan koca darı (Sorghum bicolor L. Moench) ile yer değiştirmiştir.[4]
Günümüzde mısır, dünyada buğday ve çeltikten sonra en fazla tarımı yapılan tahıl bitkisidir. Tropik, subtropik ve ılıman iklim kuşaklarında yetişebildiği için, Antarktika hariç, dünyanın hemen hemen tüm ülkelerinde az-çok mısır tarımı yapılabilmektedir. Dünya üzerinde, 58o Kuzey ve 40o Güney enlemleri arasında kalan alanlarda, deniz seviyesinden başlayarak 4000 metreye kadarki sahada mısır yetiştirilebilmektedir.[5]

                          MISIRIN KARADENİZ’E GETİRİLMESİ

Mısır 1515’te Portekiz’e, 1574’te İspanya’nın Bask bölgesine, 1612’de Fransa’ya götürülmüştür. Fransa’da bu dönemde blé d'Espagne (İspanyol buğdayı) olarak adlandırılan mısır, 1554’te muhtemelen Kuzey Afrika üzerinden Venedik’e götürülmüş ve Po havzasında ekimi yapılmış, buradan da Balkanlar’a, Sırbistan, Romanya ve Osmanlı İmparatorluğu’na doğru yayılmıştır. 1540’ta Mısır’dan başlamak üzere 1550’ye kadarki dönemde bütün Kuzey Afrika’ya yayılmıştır. 1637’de de Çin’e doğru yayılımını tamamlayan mısır 1700’lerin sonlarına doğru bütün Eski Dünya’da tanınan ve ekimi yapılan bir tahıl olarak karşımıza çıkar.[6]
Yukarıda değindiğimiz üzere, mısır bitkisinin Anadolu’ya getirilmesiyle ilgili temel görüş, bitkinin o sıralar Osmanlı İmparatorluğu’nun bir eyaleti durumunda olan Mısır’dan Suriye üzerinden getirildiği yolundadır. Anadolu’ya ilk kez 1600 yılında getirilmiş olduğu kabul edilmektedir (Elçi – Kolsarıcı – Geçit, 1987 s. 53). Mısır kelimesi önceleri ve halk ağzında Mısır darısı ya da Mısır buğdayı olarak kullanılırken daha sonra bu ifade kısalarak mısır şeklini almıştır. Mısırın deniz ticareti yoluyla İstanbul üzerinden Karadeniz’e yayıldığı kabul edilirse, Karadeniz’in doğusuna 1600 yılından sonra ve mısır tarımının yapıldığına dair ilk kayıt olan 1647 yılından önce getirilmiş olmalıdır. Bitkinin buraya getirilmesinde Karadeniz ticaretinde imtiyaz sahibi olan Cenevizli ve Venedikli denizcilerin etkili olması muhtemeldir. Djaparidze bölgeye getirilen ilk mısır cinsinin de Zea mays var. indurata olduğunu bildirir ve Zea mays var.  indeutata türü mısıra bölgede ancak 19. Yüzyılın ikinci yarısında rastlandığını ileri sürer (ჯაფარიძე 1975 s. 79).
A. Djaparidze mısırın Gürcistan’daki tarihi hakkında şu bilgileri vermektedir;
საქართველოში სიმინდი XVII საუკუნის შუა პერიოდში შემოვიდა შავიზღვისპირი რაიონებში და სულ მოკლე დროში სამეურნეო მნვნელობის გახდა. აღმოსავლეთ საქართველოში XVIII საუკუნიდან ლიხის მთის გადალახვით ქართლის მიდამოებიდან დაიწყო გავრცელება.” (ჯაფარიძე 1975 s. 79).
Gürcistan’da mısır 17. Yüzyılın ortalarında Karadeniz’in kıyı bölgelerine getirilmiş ve kısa zamanda ekonomik önemi artmıştır. Doğu Gürcistan’da 18. Yüzyılda Lixis Mta zaferi ile Kartli çevresinde yayılmaya başladı.
Doğu Karadeniz’de mısır tarımı yapıldığını bildiren en eski kaynak Evliya Çelebi (1611-1683) Seyahatnamesi’dir. Evliya Çelebi, aşağıda ele alacağımız gibi, 1647-48’de kaleme aldığı notlarında lazut olarak geçen mısır bitkisinin, özellikle Megrelya’da tarımının yapıldığını bildirilmektedir. Evliya Çelebi’nin verdiği bu bilgi doğrultusunda Mısır tarımının Karadeniz’in doğusunda yaklaşık olarak 1600-1630 yılları arasında başladığını söyleyebiliriz.

                     lazut-, laust-, laus- KELİMESİ ve ETİMOLOJİSİ
lazut kelimesine rastlanan en eski kaynak Evliya Çelebi Seyahatnamesi’dir. 17. Yüzyıl ortalarında kaleme alınan eserde[7] kelime lazut ve lazut darısı şeklinde yer alır ve üç yerde geçer:

(1647 yılında Gönye Kalesi’nin kuşatılmasını anlatırken) … ve uzaklarda ne kadar köylü, kentli; âsi, itaatkâr insan varsa denizler gibi asker dalga dalga gelip, herkesin elinde birer demet çalı, birer torba tezek, birer demet lazut darısı, göğem çalısı ve pasta darısı sapı demetleriyle gelip, kalenin dört tarafına demetleri yığdılar… (II 333a4)
(Mikrilistan’ın) Buğday ve arpası azıcık ekildiğinden az olur ama lazutu ve pasta darısı çok olur… (II 329b15)
(Mısır’da yetişmeyen/üretilmeyen ürünleri sayarken) …Ve mekûlât hububat kısmından olmayanlar bunlardır: Yulaf, kapliçiye, çavdar, deri, lazut, heldine, burçak börülce, zafran, pamuk, fıstık, kiraz, vişne, muşmula, üvez, karayemiş, kocayemiş, çilek, göknar, Trabzon hurması, kızılcık, gövem, kayısı, kestane, pelit, alıç, kuş yemişi ve … (X 240b4)

            Dankoff Evliya’da geçen lâzut kelimesini “bir çeşit darı” olarak açıklar ve Derleme Sözlüğünde geçen “lazut (lazot): mısır” kelimesiyle ilişkilendirir (Dankoff 2008, s. 163). Evliya kitabın başka bölümlerinde mısır bitkisi için mıṣır buġdayı ve ḳalımboḳ kelimelerini kullanır (Dankoff 2008 s. 136).
            Dankoff’un iddia ettiği gibi lazut, lazut darısı kelimesinin anlamı “bir çeşit darı” değil mısır buğdayı olmalıdır. Zira, halen mısır bitkisine Anadolu’da Mısır darısı, darı ve Çin darısı dendiği görülmektedir (TDK Türkçe Sözlük darı maddesi). Bu yüzden lazut darısı tamlamasının bir darı türünü ifade ediyor olması gerekmediği gibi, halk ağzında ve çevre dillerde kelimenin darı anlamında kullanımını destekleyen bir materyale de rastlanmamıştır.
            lazut kelimesinin 18. yüzyıl boyunca, Trabzon Vilayetinde mısır anlamında kullanıldığını Salnameler de doğrulamaktadır.[8]
            1843-44 yıllarında bitkibilimci Karl Koch’la birlikte Lazistan sancağını dolaşan ve derlediği dilbilimsel malzemeyi Über die Sprache der Lazen adı altında yayımlayan Georg Rosen lazut kelimesini لازوﺪ lazud “Mais” şeklinde tespit etmiş ve kayda almıştır (Rosen 1844 s. 35).
            Bundan çok sonra, Ahmet Vefik Paşa Lehçe-i Osmanî (1306/1888)’de kelimeye yer vermiştir:
لازوت لاز اتمکی معناسنه مصر بوغدایی.       
lāzūt Lāz etmeği ma‘nāsına mıṣır buġdayı. (Lehçe-i Osmanî s. 748)
 

Yaklaşık aynı dönemin sözlükçüsü Şemsettin Sami’nin Kamus-ı Türkî adlı sözlüğünde kelimeye rastlanmaz.

                                       Kelimenin Yayılışı


Türkiye’de lazut kelimesi ve türevlerine, sadece Güneydoğu Karadeniz ve Doğu ve Kuzeydoğu Anadolu bölgesinde rastlanmaktadır. Kelime burada konuşulan Lazca, Megrelce, Trabzon Rumcası, Ermenicenin Hemşin, Trabzon, Axalc’ixa diyalektleri, Kürtçenin Kuzey ağızları ve Türkçenin yerel ağızlarında kullanılmaktadır.
Kelimeye
Lazcada lazut̆i (Atn., Arş., Vi3h., Ark., Xop.), laust̆i (Xop.) (Bucaklişi & Uzunhasanoğlu & Aleksiva 2007 s. 323)
Megrelcede ლაზუტი lazut̆iლაიტი lait̆i, ლაჲტი layt̆i, ლატი lat̆i, ლასტი last̆i (Kadjaia),
Ermenicede լազուտ lazut (Axalc’xa,  Hemşin, Trabzon), (Ačaṙyan 1913 s. 405)
Kürtçede lazût ve bunun metatezli şekli zalût şeklinde tesadüf edilir.
Trabzon Rumcasında mısırı ifade eden asıl kelime τσουπάδ tsupad’dır. λαζούδιν, λαζούδlazudin, lazud kelimesiyse “soyulmamış, koçanlı mısır” demektir. (Papadopoulou c. I, s. 510)
Kelimenin Türkçedeki dağılımı Derleme Sözlüğü ve Akademik çalışmalara göre şöyledir:
  • DS lazut (Samsun; Zara –Amasya; Turhal –Tokat; Maçka -Trabzon; Gümüşhane; Hemşin –Rize; -Artvin; Posof –Kars; Erzurum; Erzincan; Ahlat –Bitlis; Bulanık, -Muş; Yozgat; Kerkük), lazıt (Bayburt; Sarıkamış, Selim, Çıldır –Kars), lazot (Karasu –Kocaeli; Sürmene –Trabzon; Rize; Gümüşhane; Erzurum; Malatya), lazotu (Şiran –Gümüşhane; İspir –Erzurum), lazud (Çayeli –Rize) “Mısır”, lavus (Kayseri), lağız (Vakfıkebir –Trabzon), lagoz (Sürmene –Trabzon), lağuz (Güneyce, İkizdere –Rize), lavust (Limanköy, Çayeli –Rize), lavuz (Safranbolu –Zonguldak) “Mısır, mısır unu”
  • Günay  1978 (Rize İli Ağızları) lavus, lazut “Mısır”
  • Gülensoy - Buran 1994 (Elazığ ve Yöresi Ağızları) lazut “Mısır”,
  • Sağır 1995 (Erzincan ve Yöresi Ağızları) lazut “< T. laz otu: Laz otu. Çay”,
  • Buran 1997 (Keban, Baskil ve Ağın Yöresi Ağızları) lazut “Mısır”,
  • Kara 2001 (Güneyce, Rize Sözlüğü) lağus “Mısır”,
  • Turan 2006 (Artvin Yusufeli Uşhum Köyü Ağzı) lazut (lazot) “Mısır”
  • Brendemoen 2002 (Trabzon, Of) lauz “mısır” Lauz deruk o dä: / şimdi da derler misir

Lazut kelimesi ve eşbiçimlerinin Türkiye’deki dağılımı.
Haritadan da anlaşılabileceği gibi kelimenin genel dağılımı orta ve doğu Karadeniz ile Doğu Anadolu bölgesidir. Kelime Düzce, Bolu, Zonguldak gibi batı illerine 93 Harbi muhacirleriyle birlikte gitmiştir.
            Mısır’ın deniz ticareti yoluyla bölgeye getirildiği göz önünde bulundurulursa lazut kelimesinin Türkiye’deki yayılışı da denizden iç kesimlere doğru olmalıdır. Yukarıda sıraladığımız Ermenice, Trabzon Rumcası ve Kürtçede kelimenin alıntılanmış olduğu, sadece her üç dilin kesiştiği coğrafyada konuşulan diyalektlerinde kullanılmasından ve bu dillerde mısırı ifade eden asıl ve genel bir kelimenin bulunmasından anlaşılıyor (Ermenice եգիպտացորեն egiptatsoren, Trabzon Rumcası τσουπάδ tsoupad, Kürtçe garis). Yöre Türkçesinde hem mısır, mısır darısı hem de lazut şekilleri kullanılmaktadır. Yörede konuşulan Gürcücede lazut kelimesi kullanılmamakta, onun yerine standart Gürcücedeki სიმინდი simindi kelimesi kullanılmaktadır.
            Megrelcede lazut̆i ve eş biçimlerine Zugdidi-Samurzaqani diyalektinde rastlanmakta, Sanak̆i diyalektinde ise Gürcüce სიმიდი simidi kelimesinin kullanıldığı görülmektedir (Çikobava 141 #42).
            Bütün bunlardan hareketle lazut kelimesinin Laz-Megrelce üzerinden diğer dillere yayıldığı rahatlıkla söylenebilir. Günümüzde Lazcanın bittiği Sarpi ile Megrelcenin başladığı Poti arasındaki აჭარა (Acara) ve გურია (Gurya) bölgelerinde lazut kelimesinin kullanılmayıp, Megrelce sahasında tekrar başlaması kelimenin Lazca ile Megrelce arasında ortak bir dağarcıktan kaynaklandığını da göstermektedir.
            Bununla birlikte lazut-un Zanca bir kökten kaynaklandığını söylemek güçtür ve bölge harici bir dilden alınmış olması muhtemeldir. Bu kaynak dil Slav (кукуруза kukuruza, царевица çareviça vs.), Yunanca (καλαμπόκι kalambóki ya da eski dilde αραβόσιτος aravósitos), Rumence (porumb), Gürcüce (სიმინდი simindi), Abhazca (аҧш apš, аџьықәреи aʥykәrej) gibi Karadenizde konuşulan dillerden hiçbirisi değildir.
            Çevre dillerde mısır kelimesinin kuzey Afrika ülkeleri ile ilgisi dikkat çekicidir: Türkçe mısır (< Mısır darısı) Mısır’dan, Ermenice եգիպտացորեն (< Եգիպտոս “Mısır (ülke, Egypt)” + ցորեն “tahıl”), Yunanca (eski dil) αραβόσιτος (< Αράβων “Arap” +  σιτάρι “tahıl”) ve Kürtçe garisê misirî (< garis “darı; mısır” + Mısirî “Mısırî”). Ancak lazutta böyle bir ilişkiden de söz etmek imkânsızdır.
            Tıpkı Gümüşhane’de kullanılan lazotu formunda olduğu gibi, bir çok ağız araştırmacısı ve Türkolog lazut kelimesinin Laz otu kelimelerinden kaynaklandığını dillendirmişlerdir. Bunların başında Balhasanoğlu (1904 s. 129), Eyüboğlu, Emiroğlu (1989 s. 171), Gemalmaz (1995 c. III), Gülensoy gibi etimoloji meraklıları ve ağız araştırmacıları gelir.
Bunlar içerisinde Eyüboğlu’nun etimolojik sözlük çalışması sık sık refere edilmesi açısından önemlidir. Eyüboğlu burada lazut kelimesini laz-otu şeklinde böler ve ekler: “Karadeniz yörelerine, mısır denen bitkiyi Laz denizcilerin getirip yaymaları olayından dolayı lazotu dendi.” (Eyüboğlu 1991 s. 465).
Gülensoy, Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü adlı çalışmasında Ermenice, Kürtçe, Lazca ve Megrelce formları da verdikten sonra kelimenin Türkçeden bu dillere girdiğini bildir:
Ermenice, Lazca ve Megrelceye de Türkçeden geçmiştir. Niye mi? Türkçe: OT > Lazca: ut ~ Megrelce: ət; Türkçe: +U “ek” da Lazca ve Megrelce +i olmuştur da ondan! (Gülensoy 2007 s. 596).
Gülensoy’un bu “heyecanlı” açıklamasının, kelimenin Türkçe olması ve Lazca ve Megrelceye geçmesi hakkında herhangi bir bilgi vermediği ortadadır.
Laz otu görüşünü Gürcü dilbilimci Sergi Cikia’da destekler ve mısıra bu adın verilmesini Lazika’da mısır tarımının çok eskiden beri yapılmasına bağlar (აკადემიის მოამბე . V, # 2, 1944).
Bu yaklaşımın Ahmet Vefik Paşa’dan bu yana birçok kişi tarafından dillendirildiği görülmektedir.
Hasan Eren’in de tespit ettiği gibi bu bir yerelleştirme (halk etimolojisi) örneğidir (Eren 1990, s. 29-30.). Eren etimoloji çalışmasında sadece Dankoff’tan aldığı verileri tekrarlar ve kendisi ayrıca bir görüş bildirmekten kaçınır  (Eren 1999 s. 280).
Dankoff ise Anadolu ağızlarındaki Ermenice kelimeleri ele aldığı çalışmasında lazut kelimesini “Words found in both languages, the direction of borrowing being uncertain. Some cases may be due to independent borrowing from a common source; others to paralel onomatopoeic development.”[9] başlığı içerisinde ele alır ve ayrıca Lazca, Megrelce ve Kürtçe formları bildirir (Dankoff 1995 s. 176, #E63).
Nişanyan lazot/lazut formlarının Doğu Karadeniz ve Erzurum Ağızları’nda kullanıldığını ve kelimenin ilk olarak 20. Yüzyılın ikinci yarısında (1931-1960) kullanıma girdiğini söyler.[10] lazut formunun Trk. lağız/lağoz/lağuz formlarından kaynaklandığını da bildiren Nişanyan, ayrıca bu kökü soru işareti koyarak Yunanca (?) laχaínō “kazmak, toprağı sürmek” fiiliyle ilişkilendirir (ancak láχos şeklinin olmadığını da bildirir). Ayrıca mısır ekiminin Karadeniz bölgesine modern zamanda geldiğini de göz önünde bulundurulması gerektiğini söyleyen Nişanyan, Lazca lazut̆i kelimesinin Türkçeden ya da ortak kaynaktan alınmış olabileceğini ileri sürer (Nişanyan[11]).
Kudret Emiroğlu, Trabzon-Maçka Etimoloji Sözlüğü adlı çalışmasında Eyüboğlu’nun açıklamasına katılmakla birlikte şöyle bir varsayım ortaya atar:
“Gürcüce –et, Türkçe –lık ekinin karşılığıdır, laz-et Laz’a ait anlamına gelir. Ancak Lazcasının da laustu, lazuti[12] olması İZE’nun açıklamasını inandırıcı kılıyor.” (Emiroğlu 1989, s. 171-172).
            Bu öneri Gürcüce ekin işlevini bilmemekten kaynaklı bir yanlış anlamadır. Gürcüce –et eki (Lazca muadili –at‘dır) orman-lık, çalı-lık, kiraz-lık anlamındaki –lik ekine ve daha çok da –istan’a karşılık gelir ve ulus-kabile, bitki, hayvan vs. adlarından da toponim yapar: Turk-et-i, Bulgar-et-i vs. gibi (sondaki –i Nominatif hal sonekidir). Gürcücede kullanılan Laz-et-i kelimesi de “Lazistan” anlamına gelir. lazut ile lazeti kelimeleri birbirleriyle ilişkilendirilemez.
Yapılan etimoloji çalışmalarında lazut kelimesinin kökenine dair kabul edilen bir öneri olmadığı gibi lauz, lağus, lavus, lavust gibi formlarla olan ilişkisi hakkında açıklayıcı bilgi veren bir araştırma da yapılmamıştır.
            Lazut kelimesinin Rize ve Trabzon’da kullanılan lauz, lavus, lağus, lavuz, lağuz gibi formları göz önünde bulundurulursa kelimenin arkaik versiyonunun *laus şeklinde olduğu ortaya çıkar. au şeklindeki diftong Türkçede /ğ/ ya da /v/ sesleriyle bölünmüştür. lazut şeklinin gerçekleşebilmesi için laust şekline ihtiyaç vardır ki Lazcanın Xopa diyalektinde kullanılan laust̆i ile Türkçenin Rize ağzında (Çayeli, Limanköy) lavust şekilleri bu ara formu doldurmaktadır.[13] laust-de /u/ ile /s/ arasında bir metatez olduğu ortadadır: *lasut. Bu şekle kelimenin varyasyonlarında örnek yoktur. Daha sonraki dönemlerde belki de Laz ya da Laz otu halk etimolojisinin ya da /a/’nın etkisi ve baskısıyla lazut şekli ortaya çıkmış olmalıdır (*laus > laust > *lasut > lazut).

            Lazut ve eş biçimlerine kaynaklık eden *laus formu ilk bakışta Karahib adaları yerli dillerinden olan Arawak dilinden kaynaklanan ve Avrupa dillerinde çok yaygın olan mahis kelimesini ve varyasyonlarını akla getiriyor (Latin mays, Almanca Mais, İngilizce maize, İspanyolca maiz, Fransızca maïs, Hollandaca maïs, ‪Norveççe mais, Fince maissi, İsveççe majs vs.). Buradaki tek problem /m/ > /l/ yönünde bir değişimin olup olamayacağıdır. İkisi arasında /n/ ara formunu kabul edersek böyle bir değişimin olması muhtemel görülebilir: mais > *naus > laus. Bu oldukça problemli bir etimoloji olabilir, ancak elimizdeki bütün veriler lazut’un yabancı bir kökenden kaynaklandığını gösteriyor. Ve *laus formuna indikten sonra, buna en yakın kaynak olarak mais karşımıza çıkıyor.
            Sonuç olarak mısır 1600’lerde yöreye getirilen ve yöreye getirildikten sonra da halk arasında büyük kabul gören bir tarım bitkisi idi. Ancak 1950’lerden sonra bölgeye giren çay, tıpkı mısırın kurumi (Setaria italica ssp. maxima) ve pat̆i (ak darı Panicum miliaceum) tarımını bitirdiği gibi, mısır tarımını bitirmiştir. Sadece Lazcanın değil Doğu Karadeniz dillerinin kelime varlığında, kültüründe, folklor ve mimarisinde derin bir yeri olan mısır, günümüzde bazı köy evlerinin bostanlarında yazın süt mısırı olarak tüketilmek üzere ekilmektedir. Mısırın yöredeki 500 yıllık bu derin birikim yaşlı insanların ölmesiyle azar azar yok olmaktadır.


KAYNAKÇA
AČAṘYAN, Hrač‘ya: Hayerēn Gawaṙakan Baṙaran. T‘iflis 1913.
ACIPAYAMLI, Orhan: Zanaat Terimleri Sözlüğü. Ankara 1976.
AHMET VEFİK PAŞA: Lehçe-i Osmanî, Mahmut Bey Matbaası, İstanbul 1306 (1888).
AVCI, İsmail: Lazlarda Sosyokültürel Değişim. T.C. İstanbul Üniversitesi Uluslar Arası İlişkiler Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2002.
BABAOĞLU, Metin: Mısır (Zea mays L.) ve Tarımı. Trakya Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü, Edirne 2005. http://www.ttae.gov.tr/makaleler/misir_tarimi.htm
BALHASSANOGLU (Necip Asım YAZIKSIZ): “Dialecte turc d'Erzerum” Keleti Szemle V/I, 1904: 126-130.
BAYTOP, Turhan: Türkçe Bitki Adları Sözlüğü. Türk Dil Kurumu Yayınları: 578. Ankara 1997.
BELLÉR-HANN, Ildikó: Doğu Karadeniz’de Efsane, Tarih ve Kültür. Çev. Ali İhsan Aksamaz, Çiviyazıları Yayınevi, İstanbul, 1999.
BÊWAYIR, Asmêno: “Einige gemeinsame Lehnwörter im Türkeitürkischen aus der Region Trabzon und im Zazaki aus der Region Pülümür-Erzincan” http://www.zazaki.de/deutsch/aufsaezte/trabzon-pulumur-lehnwoerter.pdf
BİLGİN, Mehmet - Ömer YILDIRIM: Sürmene. Sürmene Belediyesi Kültür Yayınları, Damla Ofset, İstanbul 1990.
BLÄSING, Uwe: “Birnennamen Aus Hemşin: Vorarbeiten zur Feststellung und Beschreibung der Birnenarten und ihrer regionalen Namen im östlichen Schwarzmeergebiet”, Iran and the Caucasus, Volume 8, Number 1, 2004: 81-129(49)
BLÄSING, Uwe: Armenisches Lehngut im Türkeitürkischen am Beispiel von Hemşin. Amsterdam –Atlanta, 1992.
BLÄSING, Uwe: Armenisch-Türkisch Etymologische Betrachtungen ausgehend von Materialen aus dem Hemşingebiet, nebst einigen Anmerkungen zum Armenishen, insbesondere dem Hemşindialekt, Amsterdam –Atlanta 1995.
BRENDEMOEN, Bernt.: The Turkish dialects of Trabzon. Volum I, II. University of Oslo. Oslo 2002.
BUCAKLİŞİ, İsmail Avcı - Hasan UZUNHASANOĞLU - İrfan ALEKSİVA: Didi Lazuri Nenapuan, Lazca – Türkçe, Türkçe Lazca Sözlük. Chiviyazıları Yayınevi. İstanbul 2006.
BUCAKLİŞİ, İsmail Avcı - Hasan UZUNHASANOĞLU. Lazca – Türkçe Sözlük. Akyüzyayıncılık. İstanbul 1999.
BURAN, Ahmet: Keban, Baskil ve Ağın Yöresi Ağızları. TDK Yayınları, Ankara 1997.
CAFEROĞLU, Ahmet: Doğu İllerimiz Ağızlarından Toplamalar, Kars, Erzurum, Çoruh İlbaylıkları Ağızları, TDK Yayınları, İstanbul 1942.
CAFEROĞLU, Ahmet: Kuzeydoğu İllerimiz Ağızlarından Toplamalar (Ordu, Giresun, Trabzon, Rize ve Yöresi Ağızları), Erenler Matbaası, İstanbul 1946.
CAFEROĞLU, Ahmet: Sivas ve Tokat İlleri Ağızlarından Toplamalar, TDK Yayınları, İstanbul 1944.
DANKOFF, Robert: Armenian Loanwords in Turkish. Wiesbaden 1995.
DANKOFF, Robert: Evliya Çelebi Seyahatnamesi Okuma Sözlüğü. Katkılarla İngilizceden Çev. Semih TEZCAN. YKY Yayınları, İstanbul 2008.
DEMİR, Necati: Ordu İli ve Yöresi Ağızları, TDK Yayınları Ankara 2001.
DEMİR, Necati: Trabzon ve Yöresi Ağızları. Cilt I, II, III. Gazi Kitabevi, Ankara 2006.
DS: Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü. TDK Yayınları, Sayı: 211/4, 1-12 cilt, (2. Baskı), Ankara 1993.
ELÇİ, S.- KOLSARICI, Ö. - GEÇİT, H. H.: Tarla Bitkileri. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları No:100. Ankara 1987.
EMİROĞLU Kudret: Trabzon-Maçka Etimoloji Sözlüğü. Satan Kitapevi, Ankara 1989.
EMİROĞLU, Kudret: Trabzon-Maçka Etimoloji Sözlüğü. Ankara 1989.
EREN Hasan: Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü. 2. Baskı, Ankara 1999.
EREN, Hasan: “Sırça köşkte… 1”, Türk Dili. 51: 767, 1990 s. 29-30.
EYÜBOĞLU, İsmet Zeki: Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü. Sosyal Yayınları, İstanbul 1991.
GEMALMAZ, Efrasiyap: Erzurum İli Ağızları (İnceleme - Metin - Sözlük ve Dizinler), 3 cilt, TDK Yayınları, Ankara 1995.
GÖKBİLGİN, Tayyib M.: “XVI. YY Başlarında Trabzon Livası ve Doğu Karadeniz Bölgesi”, Belleten. c. 26, Sayı 102, Ankara, Nisan 1962, TTK 1998.
GÜLENSOY, Tuncer - Ahmet BURAN: Elazığ Yöresi Ağızlarından Derlemeler. TDK Yayınları, Ankara 1994.
GÜLENSOY, Tuncer: Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin köken bilgisi sözlüğü –Etimolojik Sözlük Denemesi-. 2 cilt, Ankara 2007.
GÜNAY, Turgut: Rize İli Ağızları (İnceleme-Metinler-Sözlük). TDK Yayınları. Ankara 1978.
HALAÇOĞLU, Ahmet: “İngiliz Konsolosu Longworth’a Göre Trabzon Vilayeti (1892-1898)”, Belleten,  c. LXVII, 56, Ankara, Aralık 2003: 1-26.
KADSHAIA, Otar - Heinz FÄHNRICH: Mingrelisch - Deutsches Wörterbuch, Reichert Verlag. Wiesbaden, 2001.
KALYONCU, Hasan: Trabzon-Tonya Ağzının Dilbilgisel Özellikleri ve Tonya Sözlüğü, Tonya 2001.
KARA, İsmail: Güneyce-Rize Sözlüğü, Bir Doğu Karadeniz Köyünün Hafızası ve Nâtıkası. Dergâh Yayınları, İstanbul 2001.
KARAHAN, Leylâ: Anadolu Ağızlarının Sınıflandırılması, TDK Yayınları Ankara 1996.
KLIMOV, Georgj: Etymological Dictionary of the Kartvelian Languages. Editors: Werner WINTER, Richard A. RHODES, Mouton de Gruyter, Berlin - New York, 1998.
KUYUMCU, Osman: Türkçenin Hemşin Ağzı. TC Marmara Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Türk Dili Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2006.
OLCAY, Selâhattin: Erzurum Ağzı, İnceleme-Derleme-Sözlük, (2. Baskı), TDK Yayınları Ankara 1995.
ÖKSÜZ, Melek: 1746-1789 Tarihleri Arasında Trabzon’da Sosyal Ve Ekonomik Hayat, T.C. Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Genel Türk Tarihi Anabilim Dalı, Doktora Tezi, Ankara 2004.
ÖNGÖR, S.: “Türkiye'de Mısır Tarımı Üzerinde Bazı Düşünceler”, Türk Coğrafya Dergisi. Yıl: XII, sayı: 15-16, İstanbul 1956.
ÖZTÜRK, Özhan: Karadeniz Ansiklopedik Sözlük. Heyamola Yayınları. İstanbul 2005.
PEHLİVAN, Sevgi Şenol: Artvin-Ardanuç Ağzından Derlemeler (İnceleme - Derlemeler - Sözlük). Bursa, 1993.
ROSEN, Georg: Über die Sprache der Lazen. Meyersche Hofbuchhandlung. Lemgo & Detmold, 1844.
SAĞIR, Mukim: Erzincan ve Yöresi Ağızları (İnceleme - Metinler - Sözlük). TDK Yayınları, Ankara 1995.
TOPÇU, İhsan: Sürmene Ağzı ve Folkloru. T.C. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Mezuniyet Tezi. İstanbul, 1970-71.
TURAN, Zikri: Artvin İli Yusufeli İlçesi Uşhum Köyü Ağzı. TDK Yayınları, Ankara 2006.
TZITZILIS, Christos: Griechische Lehnwörter im Türkischen, Wien 1987.
YANIKOĞLU, Bilâl Aziz: Trabzon ve Ahalisinde Toplanmış Folklor Malzemesi, İstanbul 1943.
ΠΑΠΑΔΌΠΟΥΛΟΣ, Ανθίμου Α.: Ιστορικόν Λεξικόν της Ποντικής Διαλέκτου. 2 τόμ. Αθήνα 1958.
КЛИМОВ, Г.: Этимологический словарь Картвельских языков. Москва 1964.
МАРР, Н.: Грамматика чанского (лазского) языка, с хрестоматиею и словарем, СПБ. St.- Petersburg 1910.
МЕГРЕЛИДЗЕ, И. В. Лазский и Мегрельсий слои в Гурийском. Издательство Академии наук. СССР, Москва, Ленинград, 1938.
ელივა, გივი - ქორნელი დანელია: მეგრული - ქართული ლექსიკონი. თბილისი 1997.
ლამბერტი, არქანჯელო: სამეგრელოს აღწერა. Don Arcangelo Lamberti; იტალ. თარგმნა ალექსანდრე ჭყონიამ; რედ.: ნუგზარ ანთელავა. თბილისი 1991.
მაყაშვილი, ალექსანდრე: ბოტანიკური ლექსიკონი: მცენარეთა სახელწოდებანი. თბილისი 1991.
ფენრიხი, ჰაინც - ზურაბ სარჯველაძე: ქართველურ ენათა ეტიმოლოგიური ლექსიკონი. თბილისი 2000.
ქაჯაია, ოთარ: მეგრული - ქართული ლექსიკონი. 3 ტომი. თბილისი 2001.
ჩიქობავა, არნ.: შედარებითი ლექსიკონი, ჭანურ - მეგრული - ქართული. ტფილისი 1938.
ჯაფარიძე, .: მემცენარეობა. განათლება. თბილისი 1975.



[1] Babaoğlu 2005.
[2] Mısırın Eski Dünya’ya yayılışıyla ilgili başka bir görüş de mısırın Kolumbus'tan çok önce, yaklaşık 1000 yılında Amerika kıtasından Polinezya'ya geçtiği, oradan Güneydoğu Asya ülkelerine ve daha sonra Hindistan'dan Arap tacirler yoluyla Ortadoğu ve Anadolu'ya geldiği ve oradan da Batı dünyasına girdiği şeklindedir.
[3] Babaoğlu 2005.
[4] Babaoğlu 2005.
[5] Babaoğlu 2005.
[7] Evliya Çelebi 1645-48 yılları arasında Karadeniz ve Kafkasya sahillerini, 1680’de de Mısır’ı dolaşmıştır.
[8] Öksüz 2004.
[9] Dankoff 1995 s. 170.
[10] Nişanyan kelimenin “en erken Türkçe örnek”inin DS xx/b (yani Derleme Sözlüğü 20. Yüzyılın 2. Yarısı) olarak gösterir. Belli ki Evliya Çelebiyi ve Ahmet Vefik Paşa’yı incelememiştir.
[12] Lazcada laustu şekli bulunmamaktadır. lausûi şeklini kastediyor olmalıdır (t’ler ejectivedir).
[13] Lazcada /s/ sesinin yanına bir /û/ alarak /sû/ kompleksini oluşturması az da olsa rastlanan bir ses olayıdır: lasir- > lasûr- “bilemek”.