Sayfalar

25 Aralık 2012 Salı

Laz Entelleri Arasında Galat-ı Meşhur Olmuş Yanlışlar -1. Lazona


Lazlar kendi yaşadıkları coğrafyayı kendi dillerinde nasıl adlandırıyorlardı? Bu soru Laz uyanışının ilk dönemlerde gündeme gelmiş ve acilen cevaplandırılmaya çalışılmıştı. Lazların geleneğinde böyle bir Lazca kelime yoktu. Onlar kendilerinin yaşadığı bölgeyi "Lazisani" olarak adlandırmaktaydılar ve bu terim, Osmanlı idari taksimatında aynen kullanılmaktaydı. Lazistan Sancağı'nda yaşayan bütün Lazlar memleketlerini de Lazistani olarak adlandırmakta bir sakınca görmüyorlardı. Daha da önemlisi devlet de bu yönlü bir sakınca görmüyordu. Bu terim, şimdilerdeki "Nerelisin?" sorusuna "Rizeliyim" demek kadar normal ve cari bir terimdi. Ta ki 1925'te Lazistan Sancağı lağvedilip yerine Rize ve Artvin vilayeti kuruluncaya kadar.
Bu tarihten sonra, yeni eğitim sistemi, yeni yaşam tarzı, yeni kanunlar ve yeni ideolojiler Lazistan gibi etnik menşeli yer adlarının kullanılmasını illegal kabul etti ve bu terimler toplum hafızasında birer tabu oldu. Bunu kullanmak "art niyetlilikle", "bölücülükle", "hainlikle" damgalanmak için yeterli kabul edildi.
Her ne kadar, Türkiye'de 93 sürecinin öncüleri olan Lazlar arasında anadili ve Lazlık üzerine düşünceler 80 sonrasında gelişmeye başladı ise de Sovyetlerde bu sürecin daha eskiye dayandığını söylemek yanlış olmaz. Sovyetlerde yaşayan Lazlar içerisindeki bu öncülerden biri olan Ǯate Baǯaşi, nam-ı diğer Mehmet Kazancı'da yukarıdaki soruya cevap arayan "Özlazcacı" diyebileceğimiz Arhavi kökenli bir aktivistti. Mehmet Kazancı 1991'de Almanya'da yayınlanan "Parpali" adlı alfabe kitabının da iki yazarından biri idi. Bu iki yazar: Mehmet Kazancı ve Mişa Kurdiani, kitapta, "Osman amruli" yani "Trabzonlu Osman" mahlasını kullanmışlardı. İşte, Lazona  kelimesi ilk olarak bu kitapta kayda geçti. Ancak kelime Mehmet Kazancı tarafından çok daha önce 1962'de türetilmiş ve "Lazona" adlı şiirinde kullanılmıştı. Bu sıralarda eşbiçim olarak türettiği Lazepuna formu ise rağbet görmediği için kullanıma girememiştir. 
Kazancı,  Lazona kelimesini Lazi ve ona "tarla" kelimesinin birleşimi ile ve kvalona, neona, mbulona gibi örneklerden yararlanarak türetmişti. Kazancı'ya göre -ona unsuru "bir şeyin yaşadığı ya da yetiştirildiği yeri" ifade ediyordu. 
Bununla birlikte, Lazona kelimesi eğer kvalona, neona, mbulona gibi örneklere benzetilerek türetilmiş bir form ise, ikinci unsur olan ona, "tarla" kelimesiyle alakalı olamaz. Çünkü sayılan kelimelerde geçen -ona unsuru başlı başına bir ektir ve ona "tarla" ile alakası yoktur. Zira aynı eke Hopa'da da rastlanmakta, fakat orada tarla anlamında qona formu kullanılmaktadır. Eğer ona kelimesi ile -ona eki aynı kökten geliyor olsaydı, Hopa'da kvalona, neona, mbulona formlarına rastlamaz, bunlar yerine *kvalqona, *neqona, *mbulqona gibi şekiller  görülürdü.  Aslında bu -ona eki, -on-i ekinin -a ile genişletilmiş bir biçimidir. Bu -a eki, isimden sıfat türeten -on-i ekini isimden isim türetecek şekilde genişletmiştir: mbul-on-i "kirazlı", mbul-on-a "kirazlık", kval-on-i "taşlı", kval-on-a "taşlık" vs.
Bu türetim biçimi Hemşinlilerin Lazların yaşadığı bölgeye "Lazluk" demeleriyle örtüşmektedir. Aynı şekilde Muzaffer Arıcı gibi milliyetçi bakış açısıyla yerel tarihçilik yapmaya çalışan zevat da Lazların yaşadığı bölgeye "Lazistan" dememek için "Lazlık" demeyi ehven-i şer olarak görmektedirler.
Yanlış bir bakış açısıyla türetilen bu kelime, adı geçen kitapta kullanıldıktan beri, özellikle Almanya bağlantılı kişiler vasıtasıyla (mesela Selma Koçiva ve onun 2000'de İstanbul'da "Laz Halk Gerçekliği" alt başlığıyla yayımlanan "Lazona" adlı kitabı dikkat çekicidir) Türkiye'de yaşayan Laz entelijansı arasında da yayıldı ve kabul gördü. Bunun başlıca nedeni, bu grup içerisindeki iki temel eğilim olmuştur. Bu eğilimlerden birincisi "Özlazcacılık" ikincisi ise "temkindir". Lazistan kelimesinin yukarıda değindiğimiz ve toplum algısındaki olumsuz ve tehlikeli çağrışımlarından sakınma refleksi olarak karşımıza çıkan bu temkin, Lazistan gibi politik çağrışımları olan ve belli bir maziye dayanan bir ad yerine, Lazona gibi toplum hafızasında hiçbir sosyal-tarihi-coğrafi çağrışımı olmayan, tamamen apolitik bir neologismusun "Özlazcacılık" perdesi altında yeğlenmesine vesile olmuştur.
Bununla birlikte, Lazistan kelimesi gerek Laz sözlü edebi geleneğinde (mesela halk şiirlerinde: Lazisanis mu aten ham nosite? / Gebiktit do var bognit, cuma çkimi! Nuri Duduşi) ve "Lazistaniş ǯari var uşvapun" gibi deyim ve atasözlerinde de kullanılmaktadır. Ayrıca Iskender Chitaşi'nin hazırladığı kitaplarda Lazistan kelimesini kullandığını (mesela Mç̆ita Lazisani), bunun yerine yeni bir kelime ikame etmekten kaçındığını belirtmek gerekir.
Sonuç olarak 1991'de bir kitapta kullanıldıktan sonra Laz kültür hareketi içerisindeki Laz aydınlarının sahiplendikleri (sahiplenmeyi yeğledikleri)  21 yaşındaki bu kelime internet ve facebook Lazcasında daha da yayılmış,  sanki geleneksel ve tarihi bir kelime imişçesine Wikipedia gibi modern ansiklopedilerde Laz ülkesinin Lazca adı imiş gibi gösterilmeye başlanmıştır (http://tr.wikipedia.org/wiki/Lazistan). Bu durum gerçeği yansıtmamakta ve bir bilgi kirliliği yaratmaktadır. Bu açıdan Lazona kelimesinin bir "Galat-ı meşhur" olduğu görüşündeyim.

9 Haziran 2012 Cumartesi

Ardeşen’in En Kısa Tarihi


                                                    Ardeşen’in En Kısa Tarihi

                                                                                                                           İrfan Aleksiva


Ardeşen, günümüzde Rize iline bağlı aynı adlı ilçenin merkezidir. Şehrin nüfusu yaklaşık 29 bin kadardır. Bu hali ile Rize ilinin, merkezden sonra, nüfus açısından ikinci büyük şehridir. Köyden aldığı göçlerle sürekli büyüyen şehir, batıda Fırtına deresi ile doğuda Işıklı’ya kadar uzanmaktadır.
Belirtmek isterim ki, bu yazıda konumuz olan Ardeşen ilçesi değil, Ardeşen şehridir. Aşağıda da ele alacağım gibi, şehir kurulduktan kısa süre sonra sürekli büyümüş, çevresindeki mahalle ve köyleri de içine alarak genişlemiştir.
“Ardeşen” adlı bir yerleşimden en erken 1842 tarihli nüfus kayıtlarında bahsedilmektedir. Burada Ardeşin adı ile anılan yerleşim, Trabzon Vilayeti, Lazistan Sancağı, Atina (Pazar) Kazası, Ğere (Işıklı) Nahiyesine bağlı bir mahalle olup, 100 kişilik erkek nüfusuna sahiptir.[1] Hemen akabinde, 1846’da Karl Koch’un seyahat notlarında da Laz derebeyliklerini sayarken rastlıyoruz Ardeşen kelimesine.
Ardeşen’den ilk olarak bahsedilen 1842 senesinden 23 yıl önce, kendisi de Trabzonlu olan Ermeni tarihçi P. Minas Bijişkyan’ın 1819’da kaleme aldığı “Pontos Tarihi” adlı eserinde Ardeşen’den bahsetmemesi, yerleşimin, en iyi ihtimalle 1800’ün ilk çeyreğinde adının dahi anılmayacak kadar küçük bir mahalle olduğu izlenimini vermektedir. Muhtemelen bu sıralar, hemen doğusundaki eski bir kilisesi günümüze de kalan Cibistasi (Çiftekavak Mah.)’ye bağlı bir mahalle durumundaki Ardeşen’den, 1866 tarihli Osmanlı arşiv belgesinde “Lazistan sancağına bağlı bir iskele” olarak bahsedilmektedir.  Bunlardan daha eski bir kaynak ne yazık ki tespit edilememiştir.
Osmanlı’nın son dönemlerinde Ardeşen, Dolana deresinde kurulu bir iskele ve bu iskele etrafındaki mahallenin adıydı.  Dolana deresinin denize kavuştuğu yer, koy niteliğinde olduğu için burada küçük bir iskelenin kurulduğu ve bu iskele civarındaki düzlük alanın da çevre köylerdeki insanlar tarafından iskân edildiği anlaşılıyor. Burada kurulu olan iskele zamanla günümüzün limana tekâmül etmiştir.
Osmanlının son dönemlerinde Adeşen ile ilgili arşivlere yansımış olaylar şunlardır:
17.04.1866 tarihli “Lazistan sancağında bulunan Ardeşen İskelesi'ne çıkarılan beşyüz kile ecnebi tuzunun zabt ve müsaderesine karşı koyan eşkıya takımından Patsazade Mecid, Hamid, Seyfoğlu İsmail'in sahiblik iddiasıyla ve topladıkları silahlı adamlarla meclis azası Ali Efendi'yi tartakladıkları raporuna istinaden sözkonusu tuzun bedeli kendilerinden tahsil olunup muhakeme ve istintakları yapılarak neticesinin bildirilmesi” konulu belge en eski Ardeşen kayıtlarından biridir ve bu iskele yoluyla sadece balıkçılık değil, deniz ticareti ve deniz kaçakçılığı yapıldığını da göstermektedir.
1901 tarihli “Atina kazasında Ardeşen İskelesi'nde bir posta şubesi açılması” ve “Atina'daki kura ahalisinin, memlaha memuru tayini ve Ardeşin İskelesi'nde açılacak posta şubesine ahaliden Deli Osmanzada Osman Efendi'nin tayininin uygun olacağı” yönündeki belgelerden anlaşılan, Ardeşen’in ilk kez adının anıldığı tarihten yaklaşık 80 yıl sonra, muhtemelen ticaret ve kaçakçılığın canlandırdığı ekonomik iklimin etkisiyle, lokal bir cazibe merkezi haline geldiğidir. Ardeşen’in şimdi de devam eden hızlı büyümesi bu dönemde başlamıştır.
02.02.1904 tarihli “Atina kazasına tabi Ardeşen karyesinde nahiye teşkil edilerek nahiye müdürüne tahsis edilecek meblağın ıslahat karşılığı olarak muvazeneye dahil olan meblağ bakiyesinden ödenmesine izin verildiği”, 19.12.1905 tarihli “Lazistan sancağı dahilinde Atina kazasına tabi Ardeşen karyesinde bir nahiye teşkiliyle müdüriyet maaşının suret-i tesviyesi hakkında”, 16.05.1906 tarihli “Atina Kazası Müftüsü Hamid ve ahaliden Enderzade-Osman ile Yasir Abdizade Hulusi efendilerin Ardeşen'de mutasarrıf oldukları binanın Hükümet Konağı yapılmak üzere arsasıyla beraber terk ve teberru' ettikleri”, 17.07.1907 tarihli “Atina kazasına bağlı Ardeşen nahiyesinde bir telgrafhane tesis ve küşadı halinde hat için fazla bir masraf gerekmeyeceği gibi, inşaat masraflarının da ahalice karşılanacağı ancak; merkezin maaş ve masarıf-ı seneviyesi olan akçenin bütçeye zammı lazım geleceğinden gereğinin Şura-yı Devlet'çe görüşülmesi”, 26.09.1907 tarihli “Atina kazasının Ardeşen Nahiyesi Malkitabeti'ne maaş tahsisi”, 21.09.1908 tarihli “Trabzon'a tabi Ardeşen Nahiyesi Hükümet Konağı olarak kullanılmak üzere mahalli eşraf tarafından terk ve teberru edilen binanın ve arsanın Maliye Hazinesi adına kayd edilmesi gerektiği”, 30.09.1908 tarihli “Atina kazasına bağlı Ardeşen nahiyesinde bir posta ve telgraf merkezi yapılması için gerekli olan masraf ile daha sonraki maaşların nezaret bütçesine yapılacak zamm ile karşılanması”, 13.03.1909 tarihli “Atina kazasına tabi Ardeşen nahiyesinde küşad edilen telgraf postahanesi masarıfının tesviyesine dair”, 01.06.1909 tarihli “Trabzon'da Ardeşen Nahiyesi Kitabeti'ne muktezi maaşın tahsisi”, 25.05.1910 tarihli “Ardeşen nâhiyesi Terakki ve Te'avun Cemiyeti Nizamnamesi’nin tasdik için Şura-yı Devlete havale edildiği”, 27.08.1912 tarihli “Ardeşen Hükümet Konağı'nın tamiri için havalename istenmesi” ve 28.12.1912 tarihli “Gümüşhane Mutasarrıflığı dahilinde Torul Müdürü Ahmed Efendi'nin Ardeşen'e, onun yerine Trabzon Evrak Müdüriyeti Dosya Memuru Neşet ve Tonya Müdüriyeti'ne de Ardeşen Müdür-i esbakı Osman Efendi'nin tayinleri” konulu belgeler de Ardeşen’in cumhuriyet devrinde de hızla devam eden bu büyüyüşünün Osmanlı arşivlerinden takip edebileceğimizi göstermektedir. Hatta 07.04.1920 tarihli bir belgeden “Atina Kazası merkezinin Ardeşen'e nakl” edildiğini de öğreniyoruz. Bu nakil devam eden 1. Dünya savaşı şartlarında bir tedbir olmalıdır.
Ardeşen’in ekonomik faaliyetlerine tanık olabilecek başka bir arşiv belgesi de 04.10.1915 tarihli “Fırtına Deresi ağzında bir düşman motorunun mısır yüklü bir kayığı çekmek istemesi sebebiyle Ardeşen'den gelerek yetişenlerle motor arasında meydana gelen müsademe neticesi kayığın kurtarıldığı, düşman motorunun ise halat ve kancasını bırakarak kaçtığı” hakkındaki belgedir. Bundan 4 ay sonra 06.02.1916 tarihli bir belgede “Bir düşman kruvazörü ile torpidosunun Atina'yı ve Ardeşen Goru[2] iskelesini bombaladığı, hasarın büyük olduğu” ve ertesi günü 07.02.1916 tarihli “Bir düşman kruvazörü ile torpidosunun Ardeşen ve Gure'yi bombaladığı, kruvazörün döndüğü, torpidonun ise Rize Limanı'na doğru geldikten sonra Batum'a döndüğü” ve 29.12.1916’da da “İkinci Obüs Taburu'nun geçerken uğradığı Ardeşen nahiyesindeki dükkanlara ve ahaliye yaptığı taarruz” konulu belgeler 1. Dünya Savaşında Ardeşen’in uğradığı taarruzları konu almaktadır.
Bu kayıtlardan anlaşılıyor ki Ardeşen, 1800’lerde Ğera’ya bağlı bir mahalle iken önce karye 1904’te de Ğera’yı da kapsayan bir nahiye merkezi olmuştur. 1920’de kaza merkezi statüsüne dahi ulaşan Ardeşen cumhuriyetle birlikte gelişimini de sürdürmüştür. Cumhuriyet döneminde Atina’ya bağlı bir nahiye olan Ardeşen, 1 Mart 1953’te ilçe ve ilçe merkezi olmuştur. Cibistas, Okordule, Kuvançari (Kvantchareri) ve Siyat (Tsiati) köylerinin de Ardeşen belediyesine bağlanmasıyla şehir daha da büyümüştür. 28.02.1955’te Ardeşen’e bağlı Yukarı Vice, Aşağı Vice, Makravis, Sirt ve Mikran Kavak köylerinin birleştirilerek “Çamlıca” nahiye merkezinde belediye kurulmuş, 22.11.1955’te bu belediyenin adı “Çamlıhemşin” olarak değiştirilmiştir. 27.06.1957’de Çamlıhemşin ilçesi kurularak burası Ardeşen’den ayrılmıştır.
Ardeşen ismi Ermenice bir köke sahiptir: Ermenice արտ ard/art “tarla, arazi, alan” -a-  “tamlama unsuru” շէն şén “köy, yerleşim vs.” demektir. Bu unsurlardan oluşan Արտաշէն Ardaşen/Artaşen “köy yeri/tarlası” şeklinde tercüme edilebilir. Aynı adla Ermenistan’da birkaç köy ve ilçe bulunmaktadır (http://en.wikipedia.org/wiki/Artashen). Osmanlıca Ardaşin şekli, tıpkı Norşin (< Erm. նոր “yeni” + շէն şén “köy” unsurlarından նորշէն Norşén “yeni köy”) gibi kelimenin fonolojik bir türevidir. Ayrıca Artaşén/Ardaşén şeklini kelimenin Lazca formu olan Arûaşeni de teyit etmektedir.
Bu arada, “ardı şen”  şeklindeki malum hikâye tamamen bir “halk etimolojisi”dir. Bu hikaye Türkiye’nin hemen hemen her yerinde, farklı coğrafyalar için de anlatılmaktadır. Ayrıca hikâyede bahsi geçen Osmanlı Padişahı I. Selim’in 1520’de vefat ettiği, Ardeşen şehrinin ise onun ölümünden çok uzun bir zaman sonra, 1800’lere doğru kurulduğu dikkate alınmalıdır.
1486 tarihli tapu tahrir defterinde Ardeşen’e bağlı Filegivat [Pelergevati, Aktaş köyü], Ğire [Ğera/Ğere, Işıklı], Oge [Oce, Yeniyol], Vakos [Bakoz, Akkaya], Züğre [Zurxa, Kurtuluş], 1515 ve 1530 tarihli tapu tahrir defterlerinde Ağvani [Amgvani/Ağvani Seslikaya], Ciğam [Zğemi, Yukarı ve Aşağı Durak], Dutğe [Dutxe, Tunca], Filegivat, Ğire, Meşubalak (Ankit [?], Boğat, Çayat [Tsiati, Baş Mahalle], Züğre, Toluhcet [Tolikçeti, Duygulu] ve Meleskirid [Mekaleskiriti, Dikkaya]), Vakos ve diğer tapu tahrir defterleriyle pek çok köy ismini katarak, Ardeşen ilçesi toponimisini tarihsel açıdan kısmen takip edilebilmektedir. Ardeşen’e çok yakın, Ğera, Okordule, Bakoz, Ağvan ve hatta çok daha yükseklerdeki ve çok daha az nüfuslu Tolikçet, Timisvat gibi köylerin isimlerine 1486 tarihli Osmanlı arşivlerinde bu yana rastlanabilmesine rağmen, Ardeşen yerleşiminden bahseden ilk kaynağa ancak 1819’da tesadüf edilmesi ve bundan önce ne salnamelerde, ne de seyyah ve diğer türlü tarihi vesikalarda adının geçmemesi, yerleşimin oldukça yeni olduğunu, ya da yerleşim var idi ise de, isminin 1800’lerden sonra Artaşen şeklinde değiştiğini göstermektedir.


[1] Bu kayıtların çözümü için Murat Ümit Hiçyılmaz’ın Ardeşen Nüfus Kütüğü (1842 – Ardeşen Sülaleleri) adlı çalışması incelenebilir.
[2] Goru, Gure ile kasıt Ğera/Ğere “Işıklı” beldesidir.

20 Ocak 2012 Cuma

Lazcada İnek Adları



İnek sadece Lazlar için değil, bütün Doğu Karadenizliler için önemli bir kültür hayvanı ve bir o kadar da önemli bir folklor öğesidir. O, sadece etinden ve sütünden yararlanılan bir meta değildir. Aynı zamanda yoğun bir kültürel mirasın en temel öğesi, hayati bir parçasıdır.
Eski zaman insanları ve özellikle kadınlar, senenin bütün günlerini kutsal olarak da kabul ettikleri ve yoldaşları olan sığırlarla geçirirler ve onları doyurmak, kışlık yiyeceklerini depolamak için çalışırlardı. Çünkü inek tok olunca hane de tok olurdu. Zira süt ürünleri bir Doğu Karadeniz ailesinin temel besinlerini oluşturur: Ayran, yoğurt, kesmik, peynir, minci, tereyağı ve bunlardan yapılan muxlama, xavits, tavalama ve diğer pek çok yöresel yemeğin bir yerinde ya da yanında süt ürünlerinden birinin bulunması kaçınılmazdır.
Bu sebeple ailenin zenginliği sığırların sayısıyla orantılıydı. Evde ne kadar çok sığır varsa, o kadar çok süt ürünü ve o kadar çok “tokluk” olurdu.
Sığırların ekseri süt ürünleri için beslenmesi, onların 10-15 doğurum boyunca ailede kalmalarına sağlıyordu. Bu sebeple özellikle kadınlar için inek, doğumundan ölümüne kadar günde birkaç kez temas kurdukları, konuşup dertleştikleri, kendi ailesinden biri olarak görülür, hoş tutulmaya çalışılırdı. Bu ilişki bazen öyle bir boyuta gelir ki, pek çok ailenin yaşlandığı ya da hastalandığı için kesmek zorunda kaldıkları kendi ineklerini yemediklerine günümüzde bile şahit olabilirsiniz.
Yöre Türkçesinde olduğu gibi Lazcada da buzağılıktan başlayarak sığırın hayatının belli dönemlerini ifade eden bazı adlandırmalar görülür:
Buzağı (dişi): geni/nceni,
Buzağı (erkek): xociǩina,
Henüz yüklenmemiş ineğe: muzari/mozari,
Yüklenmişine: puci,
Bir – iki yaşlarındaki boğaya: xociǩa,
Daha büyüğüne: xoci,
İlk doğumunu yapmış ineğe: uʒebi,
Yeni doğum yapmış çok sağılan ineğe: lulvoni,
Sağılmasına rağmen tekrar yüklenmiş ineğe: muzimare,
Yüklenmemiş ineğe: karami denir.
İneklerin bu derece aileden sayılmaları onlara çeşitli adların verilmesine de vesile olmuştur. Bu adlar sığırın dişi ya da erkek olmasına, doğduğu mevsim veya aya ve fiziki yapısına göre değişmektedir.
İneklere ad vermek öylesine yaygındır ki, özellikle Doğu Karadeniz’de Trabzon, Rize ve Lazca konuşulan bölgelerde sırf inek adı yapmaya yarayan bir sonek bile vardır. Bu son ek (-á) Yunanca menşelidir ve Yunancadaki asıl işlevi dişil isim yapmaktır. Bu sonekle yapılmış ad örnekleri aşağıdaki listede yer almaktadır.
Doğu Karadeniz yöresinde konuşulan Türkçede kullanılan hemen hemen bütün inek adları Lazcada da kullanılmakta, ya da paralel isimler türetilmektedir.
Lazcada sık kullanılan bazı sığır adları şunlardır:
alaca Türkçe alacadan gelir. Postu farklı renklerde, alaca olan sığırlar için kullanılır.
altuna Türkçe altın/altun isminden gelir. Kıymetini ifade etmek için bu isim kullanılır. Türkçede de altuna şekliyle karşılaşırız.
aranža Lazca aranži “portakal; turunç”. Postunun rengi turuncuya çalan ineklere konur.
aslani Türkçe aslan kelimesinden gelir. Boğalara konur.
aynali Türkçe aynalı kelimesinden gelir. Türkçede de kullanılır. Başında beyaz bir leke bulunan ineklere konur.
beyaza Türkçe beyaz kelimesinden gelir. Postu beyaza çalan ineklere denir. Türkçede de kullanılır.
buraǩa Lazca bura “boz” kelimesinden gelir. buraüa postu boz olan sığırlar için kullanılır.
cenžira Lazca cenžiru “türemek, çoğalmak” fiilinden gelir, türetici, türeyen anlamına gelir.
çemera Türkçe kemerden gelir. Türkçede de kemera şeklinde karşımıza çıkan isim, beli kısmı uzun sığırlar için kullanılır.
dadala Lazca dadala “çiçek”den gelir ve pukira ile paralel bir isimdir.
doskuda Lazca doskudu “kalmak, baki olmak” fiilinden gelir, baki, kalıcı anlamındadır. Buna paralel olarak yöre Türkçesinde dursuna/tursuna adı kullanılır.
iǩlima Türkçe iklim’den gelir.
ǩinali Türkçe kınalı kelimesinden gelir. Vücudunun bir yerinde kınamsı bir leke bulunan sığırlara konur.
ǩirmiza Türkçe kırmızıdan. Postu kırmızı olanlara konur. Türkçede de kirmiza adı kullanılmaktadır.
kaşǩari Başı beyaz ineklere denir. İsim Kaçkar dağlarından kaynaklanır.
karaca Türkçe karaca’dan, postu koyu renkte olanlar için Türkçede de kullanılır.
maşalla Türkçe-Arapça maşallah kelimesinden gelir. Türkçede de kullanılır.
mercani Türkçe mercan kelimesinden gelir. Postu kırmızıya çalan ineklere bu isim konur.
mskverina Lazca mskveri “ceylan”dan gelir. Buna paralel olarak yöre Türkçesinde geyika/ceyika adı kullanılır.
murunʒxa Lazca murunʒxi “yıldız” kelimesinden gelir. Alnında yıldız şeklinde bir beyazlık bulunan ineklere konur. Buna paralel olarak hem Lazcada hem de yöre Türkçesinde yulduza ismi de kullanılır.
musǩali Türkçe muskalı kelimesinden gelir. Başında üçken şeklinde bir beyazlığı bulunan ineklere konur. Türkçede de kullanılır.
nağişa Başı beyaz olan ineklere konur.
nazara Türkçe nazar kelimesinden gelir. Türkçede de kullanılır. Nazarı kovması için sığırlara konan bir isimdir.
pambuğa Türkçe pamuk/pambuk kelimesinden gelir. Postu beyaza çalan inekler için kullanılır. Yöresel Türkçede de pambuka şeklinde kullanılır.
parpali Lazca parpali kelebek demektir. İneklere konur.
pukira Lazca pukiri “çiçek”den gelir. Buna paralel olarak Lazcada ve yöre Türkçesinde çiçeka/çiçeğa ismi de kullanılır.
pulina Lazca pulina “kuş yavrusu” anlamına gelir. Kelimenin esas kökeni Yunancadır: πουλὶ pulí “kuş”.
ťalaxa Lazca  ťalaxi “çamur” kökünden gelir ve postu çamur renginde olan ineklere konur.
ťambuğa Lazca  ťambuğa “mühür” kelimesinden gelir. Vücudunun bir yerinde işaret bulunan sığırlara daha çok da boğalara konur.
ťaraca Sırtı yazılı ineklere konan bir isimdir.
taina Türkçe tay yani at yavrusu kelimesinden gelir. Lazcada taina küçük at yavrusu demektir.
toşi Lazcada toşi “kırağı” demektir. Kırağı mevsiminde doğan boğalara bu adın verildiği de olur.
vamurunʒxi va “alın” ve murunʒxi “yıldız” = alnı yıldızlı.
zeytina Türkçe zeytinden gelir. Postu siyah sığırlara konur. Türkçede de zeytuna şeklinde karşımıza çıkar.

Bunlardan başka Lazcada kullanılan yöre Türkçesi ile birebir aynı olan terkipler de vardır: yaylagül, sarikiz, karakiz, altunkiz, gelincuk, gülperi, yaşmakli…
Rize Türkçesinde yukarıda saydığımız bazı isimlerden başka dilisim, kıymata, poncuka, yağluka, yaşmaka ve Trabzon Rumcasında aprila, boğtali, fenkula, kalantara, karakıza, kuntura, manosa, meyveli gibi isimler de kullanılmaktadır.
Kuşkusuz, Lazcadaki sığır adları bu listedeki isimlerden ibaret değildir. Her evde 15-20 sığırın beslendiği eski zamanlarda, her sığırın kendi öz adının bulunduğunu unutmamak gerekir. Ancak bu zenginlik ve çeşitlilik günümüzün ekonomik ve tarımsal ortamında büsbütün azalmıştır. Günümüzde, 300-500 nüfuslu köylerde bile sığır sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek miktardadır. İneklerle insanlar arasındaki ilişkinin azalması ad verme eğilimini de etkilemiş hatta hemen hemen bitirmiştir. Eskiden kullanılan sığır isimleri ise sadece yaşlılarımızın biraz özlem ve biraz da teessüfle hatırladıkları geçmiş zaman hikayelerinin içerisine sıkışıp kalmış, yavaş yavaş unutulmaya yüz tutmuştur. 

İrfan Aleksishi

Lazca Hakkında


Lazca, dilbilimciler tarafından Güney Kafkas Dilleri olarak adlandırılan dil ailesinin içerisinde yer alır. Aynı dil ailesinde Gürcüce, Svanca ve Megrelce de bulunmaktadır.
Bunlar içerisinden Megrelce Lazcaya en yakın dildir. Her iki dil Güney Kafkas dilleri içerisinde Kolchian ya da Zanian olarak adlandırılan bir grup oluşturur. İki dil arasındaki yakınlık Lazcayla Megrelcenin sınıflandırılması ile ilgili bazı fikir ayrılıklarına sebep olmuştur. Çikobava, Marr  gibi bazı dilbilimciler Megrelce ve Lazcanın Kolchis (ya da Zan) dilinin birer diyalekti olduğunu kabul etmektedirler. Ancak modern dilbilimciler bunların dilleşme sürecinin büyük oranda tamamlandığını bu yüzden ayrı diller olarak kabul edilmesin gerektiği görüşündedirler.
Güney kafkas dillerinin Proto-Güney Kafkas dili olarak adlandırılan bir kök dilinden türediği kabul edilir. Bu anadilden ayrılan ilk unsur Svanca olmuştur. Bu Svanadaki yabancı unsurların çokluğundan anlaşılmaktadır. Svanca Gürcistnda birkaç on bin kişinin konuştuğu Lazcanın en uzak kuzenidir. Vokal (sesli) açısından çok zengin olan Svancada 15’in üzerinde vokal bulunmaktadır. Konsonant sayısı Lazcanınki ile hemen hemen aynıdır.
Lazcayla akraba olan en bilindik dil Gürcücedir. Gürcüceyle Lazca arasında pek çok ortak kelime göze çarpar. Bunların bir çoğu Proto-Güney Kafkas dilinin kelime hazinesinden kaynaklanan eşbiçimlerdir.
Lazca Güney Kafkas dilleri arasında konsonant sayısı en fazla olan dildir. Bazı diyalektlerde 33’e varan konsonant sayısına karşın sadece 5 tane vokal bulunur.
Morfolojik olarak gövdeleyici diller sınıfına giren Lazca, eylemde olumluluk-olumsuzluk, fiilin yönü, özne, nesne, nedensellik, zaman, kip, çatı gibi unsurların hepsini ifade eden ön ve sonekler alır.
Lazca uzun asırlar boyunca aynı coğrafyada konuşulduğundan pek çok diyalekt ortaya çıkmıştır. Vadi boylarınca serpilen bu diyalektler üç bölümde incelenmektedir. Bu diyalektler aşağıdaki şeilde sınıflandırılabilrir:
A) Xopa-Çxala diyalekti
B)  Arkabi-Viǯe diyalekti
C) Atina-Art̆aşeni diyalekti
Xopa-Çxala diyalekti Megrelceye en yakın Laz diyalektidir. Bu diyelekt diğer diylektlerden, /q/ sesinin muhafazası, seri göstergesinin –ap, -up şeklinde olması, gelecek zaman ve rivayet geçmiş zaman formlarının farkından ötürü diğer diyalektlerden kolaylıkla ayrılır.
Arkabi-Viǯe diyalekti Xopa-Çxala diyalekti ile Atina Art̆aşeni diyalekti arasında geçiş formundadır. Ardeşene doğru yaklaştıkça Batı diyalektlerine has özellikler kazanmaya başlar.
Atina-Arthaşeni diyalekti fonolojik olarak önemli farklılıklar gösterir. Bunlardan /g/ > /c/, /k/ > /ç/, /k'/ > /ç̆/ değişimi ve /ç̆k̆/ > /şk̆/, /t̆k̆/ > /t̆/, /ǯk̆/ > /ǯ/ gibi ses değişmeleri Atina-Art̆aşeni diyalektlerinin belirgin özellikleridir.
Özellikle Art̆aşeni diyalektinde ergatif, datif gibi ad durumlarının olmaması, fonetik kayıpları, gramerle ilgili bazı durumlar yüzünden diğer diyalektler içerisinde en fazla farklılaşmış olanıdır.