Sayfalar

21 Temmuz 2017 Cuma

Lazcada Soyadı Yapma Formu -şi'nin Hikayesi

Lazca Soyadı Yapma formu –şi’nin Hikayesi

İskender Chitaşi’nin 1928-38 yıllarındaki aktif çalışmaları, özellikle Abhazya’daki Arhavi kökenli Lazlar arasında Lazcanın edebi bir dil olarak yeniden inşasını amaçlıyordu. Bu yeniden inşa, sadece dili kapsamıyordu üstelik, İskender inanmış bir Komünistti ve bu yeni sisteme müsned yeni ve ideal bir toplum oluşturulması fikrini de tüm dönemin Sovyet aydınları gibi paylaşıyordu. Hem bu ideal doğrultusunda, hem de Lazları Sovyetlere entegre etmek için Sovyetik örgütlenmeleri; kolkhozları, sendikaları, partileşmeyi teşvik etti, kurdu ve yönetti. Her şeyi Sovyet bürokrasisinin elverdiği şekliyle yaptı.

Bu yeni toplumun, özüne dönerek Türk etkisinden tamamen arındırılması gibi özcülük hareketleri de yukarıda değindiğimiz inşa ile ilişkilendirilebilir.

Yeni edebi Lazca, Arhavi diyalekti merkezinde fakat, Türkçe unsurlardan mümkün oldukça arındırılmış bir dildi. Modern, siyasi kavramlar Sovyetlere has kelime türetme yöntemleriyle oluşturuluyordu. Türkçe yazıdilinin dayattığı kavramların yerine ise Lazcanın kendi potansiyeli kullanılarak türetmeler yapıldı. Bu türetmelerde Gürcüce formların model alındığı görülmektedir.
Türetmenin yetersiz olduğu yerde Rusça, Gürcüce ve Megrelceden kelimeler ödünçlendi. Fakat daha anlaşılır olması için mecburen Türkçe kelimeler de kullanıldı.

Yukarıda değindiğim gibi, yeni kavramlar yeni biçimler için bir çok yerde Gürcüceden yararlanılmıştır. Bunlara en bariz örnek, günümüzde de kabul gören, dönemin popüler neolojisi ʒ̆alona “devlet, memleket, dünya” kelimesidir. Bu kelime Lazca iki unsurdan ʒ̆ale “aşağı” ve ona “tarla” kelimelerinden türetilmişti ki bu tam olarak Gürcüce “devlet, memleket, dünya” anlamındaki kveqana (kve “aşağı” + qana “tarla”) kelimesinin tercümesidir. Kaldı ki, bu Gürcüce kelime de Sametik dillerden bir tercümedir.

Laz toplumundaki Türkçe unsurların yerine Lazcalarını koyma fikrini İskender ve arkadaşları her alanda genişlettiler. Tüm Kafkas toplumlarında (ve pek tabii Gürcü ve Megrel toplumunda da) çok kuvvetli bir yere sahip olan aynı akrabadan olma durumunu ifade eden soyadlarının (gvarebi) da Lazcalaştırılması daha doğrusu, asimilasyon sonucu unutturulmuş olan Laz soyadlarına dönülmesi bu toplumsal dönüşümün elzem bir unsuru olarak görülmüş olmalı.

O zamana kadar Lazların soyadları Türkçe –oğli (< oğlu) şeklinde bitiyordu: Alefendoğli, Basaoğli, Cordanoğli, Şainoğli vs.

Bununla birlikte Gürcü soyadları istikrarlı bir şekilde –şvili ya da –z̆e ekleriyle bitiyordu: Şevardnaz̆e, Melikişvili vs. gibi...

Buna paralel olarak, Megrel soyadları –ava, -ia ve –ua ekleriyle; Svan soyadları ise –ani ekiyle bitiyordu. Bu şekilde bir kişinin soyadından kim olduğu, aşağı yukarı anlaşılıyordu. Mogvare (yani aynı soydan olma durumu) Gürcü ve Megreller arasında bir takım geleneksel işlevler de yüklenmişti. Bunun en belirgini aynı soyadına sahip olanların evlenmesinin geleneksel olarak yasak olmasıdır.

Bu grametik yapının karşılığını arayan İskender ve arkadaşları buna benzer bir yapı, ek, kalıp bulamadılar.

Bu durum karşısında yapılacak şey, “asimilasyon sonucu unutturulan”  bu yapının yerine yenisini türetmek oldu. 1930’ların başından başlamak üzere Türkçe –oğlu unsuru yerine Lazcanın genitif eki olan -işi ekini koymaya başladılar. Yani Alefendoğli > Alefendişi, Basaoğlu > Basaşi, Cordanoğlu > Cordanişi, Şainoğlu > Şainişi oldu.

Bu tür soyadlarına en eski örnek 2 Aralık 1929 tarihli Mçita Murutsxi gazetesinde örneklenmiştir. Burada İskender kendi adını İsqyander Tsitaşi şeklinde, o zamana kadar ismini Mamedi Vanlioğli şeklinde yazan Muhammet Vanlıoğlu’da adını Mamedi Vanlişi şeklinde yazmıştır.

Bu gazetenin sonraki sayısı elimizde yok, ancak Megrel kökenli yazar Megrelidze’nin Guria’da Lazca ve Megrelce Substratumu adlı çalışmasında, Laz soyadlarında -şi ekinin kullanımını, gazetedeki Tsitaşi, Keseşi, Ketişi, Kaxişi, Çapanişi vs. gibi soyadlarının tanıklığına dayandırır (I. Megrelidze,  Lazskii i Megrelskii sloi Guriiskom, Tiflis 1938, s. 139). Ayrıca Guria’da yayılmış Tuğuşi, Canaşia, Gotaşia gibi soyadlarının etimolojileri için de bu eki bir anahtar olarak kullanır. Ona göre, Tuğuşi, Tuğu kelimesine –şi ekinin getirilmesiyle oluşmuş bir formdur. Bunun gibi, Canaşia’yı da Cana-ş-ia şeklinde böler ve –ş’yi Lazca soyadı yapan unsur olarak değerlendirilir. Buna başka örnekler de verir. Bununla birlikte, Tuğuşi ismi muhtemelen Türkçede Doğuş şeklinde bildiğimiz ismin, Kafkasya’da konuşulan Türkî dillerden girmiş formu olmalıdır (Toğuş-i). (Kafkasyada konuşulan Türkî dillerden Gürcüceye girmiş kişi isim ve soyadları hakkında Marine Janaşia’nın “Gürcü Dilindeki Türkçe Kökenli Özel İsimler” adlı makalesi bu linkten okunabilir: http://turkoloji.cu.edu.tr/pdf/marine_janashia_gurcu_dili_ozel_isimler.pdf).

Türkçeden kaçınmak üzere üretilen bu yapı, tam terisne Türkizmden başka birşey değildir. Anadolu’da, Türkler arasında soyadı yapan, net ekler yoktur. Onun yerine köylüler birisini (Ali) ifade ederken babasının (Mustafa) ya da sülalesinin adıyla, “Mustafa(lar)nın Ali” der. İşte Lazca neolojik form, bu Türkçe kalıbın Lazca tercümesinden ibarettir:  “Mustafa(pe)şi Ali”.

Bu formdan hareketle “Mustafaşi Ali” ya da “Ali Mustafaşi” (İskender kendi adını İskender Chitaşi ve Chitaşi İskenderi gibi iki şekilde de yazmıştır) kalıpları soyadı kabul edilmiş, uluslararası kaidelere uyumluluk açısından soyadı unsurunun sonda olması gerktiğinden olsa gerek, Ali Mustafaşi formu kabul görmüştür.

İskender’in bu keşfi, Lazları geleneksel Gürcü (ve Megrel) toplumundan ayrıştıran bir farkı kapatması açısından yüksek kabul gördü. Megrelidze gibi tanınmış biliminsanları da bunun ispatını yaparak bilimsel çevrelere tanıttı ve bu neolojinin Gürcistan entelijansiyasından kabul görmesini sağladı.

İskender’in 1938’de öldürülüp,  Abhazya’da oluşturulmaya çalışılan Laz toplumu dağıtıldıktan ve bütün kazanımları itibarsızlaştırıldıktan sonra bile İskender ve arkadaşlarının bu icadı Lazlar arasında tutuldu. Bu durum, ekin günümüze değin doğal ve geleneksel bir formmuş gibi gelmesindeki ikinci aşamayı teşkil etti.

Abhazya’daki gelişmelere her zaman mesafeli olan Sarplı Lazlar arasında da bu neoloji kabul gördü. Türk etkisini isimlerinden çıkarmak isteyen Lazlar, soyadlarındaki –oğli unsurunu atıp yerine –şi ekini koydular. 1940’lardan sonra Sarplıların isimlerinin ve soyadlarının Gürcüleştirilmesi politikası da bu icadın resmiyete girip kanıksanmasına katkı sağladı. Gürcüleştirilen isimler ve soyadlarının yanında, bazı kişiler soyadlarına, Lazca ve dolayısıyla Gürcüce olduğu çıkarımıyla –şi formu ekleyerek yeni pasaportlarına yazdılar. Yani, bu aşamada Bekiroğlu’ların bir kısmı Bakraz̆e, diğer bir kısmı Bekirişi; Tantoğlular da Tandilava ya da Tantuşi oldular.

Soyadı yapım ekinin üçüncü ve son aşaması, bu icadın Lazcanın ana vatanına, Türkiye Lazistanına ve Türkiyeli Lazlara taşınmasıyla tamamlandı.

Bunda Sarp sınır kapısının açılması ile birlikte Mehmet Kazancıoğlu, nam-ı diger Ʒ̆ate Baʒ̆aşi, Cemal Vanilişi, Xasan Helimişi gibi Sovyet Lazlarının, Gürcistan Sarpına büyük bir sempati besleyen Türkiyeli Laz entelijansiyla temasa geçmeleri etkili oldu.

Türkiyeli Laz aktivistleri, tarih, dil, kültür vb. konularda etraflı bir sistematik bilgiye sahip değilken, Gürcistanlı ileri gelen Lazlar Gürcü ideolojisiyle donatılmış şekilde, bu soruların her birine cevaplar verebiliyorlardı. Bu da Sarplılara karşı bir hayranlık doğuruyordu. Sarp, Türkiye’nin aksine Lazcanın itibar gördüğü, çocukların Lazca konuştuğu zaman azarlanmak yerine taktir edildiği, masalsı, büyülü bir yerdi. Ancak bu büyünün kısmen bozulması uzun sürmedi. Sarplıların kendilerini Gürcü olarak tanımlamaları Laz aydınlarının daha önce karşılaştıkları bir durum değildi. Bu üst kimlik, sol gelenekten gelen Lazlar tarafından, Türkiye’de muzdarip oldukları, milliyetçilik ile eşleştirildi ve Gürcü şovenizmine bağlandı. Bu da haliyle bu iddiaya karşı tepki doğurdu. Bununla birlikte Türkiyeli Laz aydınlar, Sarplı aydınlarla ilişkilerini, bu konuda bir şerh koymak kaydıyla, sürdürdüler ve onlardan fikri olarak, doğru ya da yanlış, beslendiler.

İşte -şi ekinin soyadı türetme eki olarak Türkiye Lazlarına sirayeti bu suretle olmuştur. Türkiyeli Lazlarda da geleneksel soyadları vardı ve bunlara genellikle -oğlu eklenebiliyordu. Veya, Mustafaların Ali örneğindeki gibi bir yapı kullanılabiliyordu. Bu benzerlik, Gürcistan'dan gelen örnekler ve Özlazcacılık kaygısı, -oğlunun yerini –şi’ye bırakmasına sebep oldu. Buradaki kaygı, tıpkı İskender dönemi aktivistlerindeki gibi Lazcadaki Türkçe unsurları azaltmaktı.
Ogni dergisinin sayılarında, sonraki aktivistlerin isimlerinde bu yeni olgu kendine yer buldu. Bu form, Laz Kültür Hareketi’ne yeni katılan insanlar arasında, günümüzde de gittikçe yayılmakta ve benimsenmektedir.

Sonuç olarak, İskender döneminin bir icadının sanki doğal ve geleneksel bir formmuş gibi günümüze değin ulaşıp benimsenmesi özel bir durumdur ve daha fazla açıklanması ve incelenmesi gerekir. Ben bu yazıda bir giriş yapabildiysem ne mutlu!

Bununla birlikte yaptığım çalışmalar Lazlarda da soyadı yapan eklerin varlığın göstermektedir. Bu ekler –skiri, -(i)va ve az da olsa –ia ekleridir. Ancak bunlar İslamlaşmayla büyük oranda tedavülden kalktı. Bu eklerin yerini ise Türkçe –oğlu unsuru aldı. Bununla birlikte bu ekler yer adlarında fosilleşmiş olarak korunmuştur: P̆et̆esk̆iri, Savask̆iri, Alesk̆iri, Ç̆urç̆ava, K̆ont̆iva, Meliati vs.

Yukarıda değindiğim üzere, aslen bir Türkizm olan bu yapı yerine, Özlazcacı arkadaşlara -skiri ve -(i)va’yı öneriyorum!